31 Temmuz 2013 Çarşamba

Kırmızı

bir senenin son günleri gibi bakıyorsun yüzüme
ertelediğin her şeyi bir valize tıkıp getirmişsin
bana bırakmak için mi,
bende kalmak için mi, bilmiyorum.

ertelenmiş duyguları eski bir zarfa koymuşsun
yazık, ilk bayatlayanlar onlar olmuş

ben de daha elle tutulur şeyler var sevgilim
canın istedikçe çıkarıp beni yeniden sevebileceğin
hafif paslı bir çay süzgüsü var mesela
bilirsin hiç istemem çayın çöpü ağzıma gelsin
mesele çayı ya da sevgiyi süzmek değil aslında
ya da gözlerini
ya da cumartesi de gel, pazar da.. deyişini
elimden geldiğince süzmeyi işte bir şeyleri
baksana ne çok şey geliyor aklıma çay deyince
biri çayımı süzmeden verince.. kötü oluyorum işte.

bir de yün patiklerin var
kanın hiç yok. biliyorum.
yine biliyorum, teşrin vakti olunca yaprak gibi titrersin
aslında sen
üşümeyi de kendince zarifleştirirsin
bunu söyleyemeyişim var bir de
onu da yanına al, üşüdükçe giyersin

ertelemek ya mesele
bir keresinde,
kırmızı saçlarını örmeye başladığın yere
taze bir papatya takacağım gelmişti
vazgeçmiştim nedense
al o papatyayı
zaten o gün saçlarına takmadım diye
papatya da kurudukça kırmızılaştı


-kırmızı. / Bodrum, Temmuz2013.

30 Temmuz 2013 Salı

Hatırlanmayan zamanlardan..

Uzakta olmanın en saf mahrumiyeti; göremeyeceksin. Yeri geldiğinde bir nevi mahremiyete de dönüşebilir. Bu düşünceme de ister kelime oyunu de, istersen de her şeyi planlı yapmama yor. İkisini de severim, bilirsin. Sadece, ayrılmayı da planladığımı ima etme. İma etmelerini hiç sevmiyorum, bunu da çok iyi biliyorsun.


---

Bu kadar zaman sonra bile hâlâ geri dönmeyecek oluşunu unutmaya çalışıyorum. Unutayım ki, beklemeye devam edebileyim. Zira, böylesi artık daha kolay. (Okuyorsan, 'zira' kelimesini kullanmayı sevdiğimi düşünüyorsundur, haklısın.)  Çünkü tanıdık bir acı bu. Uzun zamandan beri acılar içinde yaşadıktan sonra bile, yeni bir sancıda bocalayabilirim. Mümkünse unutayım geri dönmeyeceğin gerçeğini. Bir hüzün bir yalanda yitsin. Bir tebessüm bir gerçekte bitsin.

---

Ellerin.. diyeyim, yetsin.

Bu nasıl bir özlemse artık.. Uzundur böyle çaresiz bir hissi ağırlamadıklarından, sanki sana dair hissedebileceğim ne varsa tümünden mahrum olduklarından acıyor, hissedemediği için acıyor hisseden yerlerim.

Belki yetmez ama..
Ellerini diyorum.. Çok özlüyorum.

---

Günlerdir beni halsiz bırakan ruh sıkıntısının ardından, nihayet bugün güçsüz uyandım. Buradan sonrası son derece utanç verici. Güçsüz uyanmakla kalmadım, üzerine güçsüz bir de cümle kurdum. Herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle.. Gece uyumadan önce güçsüz olabilirsin, eyvallah. Onu da mahrem sayman gerek ama.. Konu başka; güçsüz uyumaya eyvallah ama güçsüz uyanıyorsan ayvayı yedin demektir.

---

Uyku saatlerinde benimle birlikte uyumayan, sarışın bir kız için, kreşin mutfağından kurabiye çalarken yakalandığımda keşfettim aşkı. O gün oyuncak saatinde yalnız başıma salıncaklarda oturduğuma hiç üzülmedim. Yalnız, yakalanmasam iyiydi. Hem kurabiyeleri verebilsem yanağımdan öperdi belki.

---

"ve geldim demenin bir sessizliği varsa, öpüşelim
demenin, sen hâlâ gitmiyor musun demenin ya da
ölmek istemenin bir sessizliği varsa,
kelimeleri de vardır sessizliğin
duruşun sessizliği vardır;
bakışın, uzanışın,
gülüşün…


Ama, yalnızlığın kelimeleri yoktur.
O, bütün kelimelerden oluşmuş bir kelimedir."


Merdivenlerden çıkıp, ikinci kata, kitap bölümüne geldiğimde bir müşteriyle ilgileniyordu. Ben de sessizce onu seyrederek iç tarafa doğru ilerledim, Türk Edebiyatı'nın olduğun bölüme. İncecik bedeniyle, tişörtünün üzerine geçirdiği gömleğinin içinde her zamanki haliyle, bir nergis gibi duruyordu. Onu ilk kez gördüğüm gün, eve gidene kadar içimdeki hisse isim bulmaya çalışmıştım. Sonunda, kendimi yatağa atıp onu düşünürken bir anda içim aynı hisle doldu. Nergis koklamış gibi hissediyordum; duru ve ferah.. Beyaz teni, bir yarım saat sonra nihayet arka bölüme gelip beni gördüğünde yanaklarından kızarmaya başladı. Ben 'iyi misin?' derken, o da aynı anda 'nasılsın?' diye sordu. Gülümsemelerimiz ve kızarıklıklar birlikte büyüdü. Aradığım kitapları bulup bulamadığımı sordu. Tabi ki bulamamıştım. Hemen not defterimi çıkarıp, kitapların daha önce adlarını ve yazarlarını not aldığım sayfaları aramaya başladım. Biraz uzun sürmesi için elimden gelen her şeyi yaptım. Sonunda isimlerini söylediğimde birlikte rafları taradık ama bulamadık. Kitaplardan biri Fransızca'ydı. O kitabı sorarken çok tereddüt etmiştim, keşke sormasaydım. Bu kitabın getirisi, konunun sonunda gelecek ay işi bırakıp Fransa'ya gideceğini öğrenmek oldu. Hiç bir şey diyemedim. Uzun bir süre sustum. Sonra başka bir kitap arayıp aramadığımı sordu, teşekkür ettim. Kitapçıdan ayrılmak için merdivenlere doğru ilerlerken, orada çalışan diğer adama Hasan Ali Toptaş'ın Yalnızlıklar'ını okuyup okumadığını soruyordu. İşte yazının başında yaptığım alıntı o kitaptan. İşte kitap soramayan ile kitap bulamayanın hikâyesinin bir kısmı..

---

"Biri var" ne tatlı cümledir.

-hatırlanmayan zamanlardan..