24 Eylül 2012 Pazartesi

Hamuş

Kâbil Reis’in canı sıkkın bu aralar. Yine gülümsüyor, canına can katıyor insanın ama var bir şeyler. Yüreği mangal gibi derler ya hani, öyle delikanlıdır Kâbil Reis. Eski zaman ağabeylerinden.. 25inde var yok, erken fener yakmış. Mahallenin gözbebeği, gururu. Bizim mahalleden okuyan bir o çıktı, bir de Nazlı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi ama bazen öyle bir dalıyor ki gözleri, bazen de öyle bir doluyor ki bıraksa kendini gözyaşı senelerce durmayacakmış gibi. Kimi zaman bana bile yutturuyor ‘iyiyim’ ayaklarını. Yine de biliyorum, içinde in cin top oynuyor, öyle sessiz, hissiz.. Böyle bir sessizliğinde uğursuz bir huzuru olur, Kâbil Reis nasıl dayanıyor anlamıyorum.
O zamanlar bir onla bir bunla olan Zeynep geçen evlendi. Bir daha içi yanmıştır Reis’in. Biz demiştir, nasıl böyle olduk be Nazlı demiştir. Öyle bir gittin ki demiştir; bir bulut yağdı üzerime ama.. böyle bir ıslanmak görülmemiştir.
Nazlı’yla Galatasaray’da beraber okudular üniversiteyi. Reis, Nazlı’nın çocukluk aşkı, az koşmadı peşinden. Bütün mahalle çok sevinmiştik birlikteler diye, Kâbil Reis’e tutkun kızlar hariç tabi, onlar çatır çatır çatlamakla meşguldüler. Birlikte daha bir güzel olmuşlardı. Sanki Allah bile daha çok seviyordu onları. Şimdi durum farklı; hiçbir şey olmamış, o zaman hiç yaşanmamış gibi. Kâbil Reis’in ağzından tek kelime çıkmaz, bir kere Nazlı dediğini duymadım daha. Ama mektuplar var, bir de ses kaydı. Onlar oldukça unutamazsın, yaksan bile unutamazsın. Ondan Nazlı’ya daha zor; mavi elleri var Reis’in beyaz mürekkepli, taksa teybe sesi var capcanlı, nasıl unutur ki Kâbil Reis’i. Bunları ben Gül’den öğreniyorum, Nazlı’nın kardeşinden, ona da ben yanığım ama söyleyemiyorum, orası da başka bir hikâye.
Nitekim Nazlı gitti, Kâbil Reis hamuş oldu. Bir gün yine Turgut Ağabey’in meyhanede içiyoruz, dedim ki: “Reis be, kalbimizi çok kırıyorlar.” O yarım tebessümüyle, “Ee aslanım, kalp dediğin kırılacak” dedi. Sonra yine daldı. Bilirim hala üzülür. Nazlı da üzülür muhakkak. Kâbil Reis, gitti diye üzülür, Nazlı da git dedi diye.
                                                                                         beşiktaş, eylül 2012

22 Eylül 2012 Cumartesi

Sahiden

       Her mısrası seni özledim diye biten bir şiir yazılabilir mi sahiden? Mahmur ve şişkin pazar öğlelerimiz vardı, kahvaltı yapardık sahile inip. Yürümeyi yeni öğrenen paytak bir çocuk gülümserdi yüzünde. Gülümsemeni okşardım gözlerimle. Şimdi o güzel öğlenlerin ardından tereddütsüz yalnız bir ikindi doğabilir mi? Peki ya o paytak gülümsemen? Sahi, her mısrası seni özledim diye biten bir şiir yazılabilir mi?

       Yüzünde, cebinde bulduğun bir 'çok güzelsin' notunun saf ve sade mutluluğunu hatırlıyorum. Sevinci gözlerinden taşan bir çift yürek, gün gelir de poyraz soğuğu gibi bir merhabayla kanayabilir mi? Sahi, her mısrası seni özledim diye biten bir şiir yazılabilir mi?

                                                                                     batı atlantik, mayıs 2012

6 Eylül 2012 Perşembe

Tarçınlı Kurabiyeler

Benim saatim Saat Kulesi’ne ayarlı. Uzak kelimesinin ne kadar çok mahrumiyet ve aslında bir o kadar da mahremiyet içerdiğini anlayabileceğim diyarlarda bile dokunmadım yelkovanına. Bilirsin tarih gösteren saatleri tam aylarda bir gün ileri döndürmek gerekir. Hayır, yalan söylemiyorum. E öyle yapmayıp 3 gün geri kalsaydım senin günaydınlardan daha mı iyiydi? Ah, ağzımdan kaçırdım.

            Karanlıktan da koyu bir kelimenin yerini alıyor susuşum. Öyle eksik ki.. Öyle eksiğim ki, koyuluk konusunda yetim bir karanlık, daha da eksik bir kelimeyi aramaya itiyor beni. Olmam gerektiğinden daha suskun bir haldeyim. Bir daha hiç konuşmayacakmış gibi değil de, sanki daha önce hiç konuşmamış gibi.

            E hani nerede tarçınlı kurabiyeler? Tarçınlı ruj mu aldın? Daha doyurucuymuş, bundan sonra hep bundan yiyelim. Evet, biliyorum, en güzel tarçınlı dudaklar seninkiler, pardon kurabiyeler.

            Daha güzel gösteren bir pusulamız olsaydı.. Belki o zaman şişman gösteriyor diye aynayı suçlamazdın. En masum oyunumuzdu bu, yalancı suçlularımız başrolde. İpliği iğneye takamamak kadar olağan beceriksizlikler, hani kızamazsın bile. Ama illâ bir şey yapmak lazım değil mi?

            Çok ilginç şeyler öğrenmişim farkında olmadan. Bakış nasıl okşanır, gülümseme nasıl yudumlanır, koku nasıl gülümsemeye dönüşür ve nasıl tekrar bakış olarak gözlerine yerleşir. Daha önce de biliyordum, yalan değil. Ama sanki ilk kez yapıyormuşum gibi gelmişti, demek ki bir sonraki de özel olabilecek. Tekrar gülümseyebilmemin nedeni bu olmalı herhalde. Yanlış anlama, seninle alakası yok. Zira sana bakarken bir daha hiç gülümseyemeyecekmiş gibi hissettiğim için, bitti.

            İyi ki de susuyorsun, de.. Hakkın var. Öğreniyorum.
                                                                                bodrum, eylül 2012