8 Ağustos 2013 Perşembe

Bayram Şekerleri


Ramazan ayının tamamında, o kutsal hissi geçen senelerde de olduğu gibi bu sene de biraz daha silik bir şekilde duyduktan sonra, yine yavan bir bayram sabahına uyandık. Çünkü bayramdan birkaç gün önce annemle bayramlık almaya gitmemiştik. Dolayısıyla bayram sabahına kadar bayramlık kıyafetlerimi defalarca giyip, evin içinde ayakkabılarımla dolaşmamıştım. Tahmin ettiğiniz üzere de sabah bayram namazına giderken bayramlıklarımı giymedim. Çünkü artık yirmi iki yaşındaydım. Beş altı bayramdır da durum aynıydı. Evet, bayramların tadı eskisi kadar yoğun değil ama bunun nedeni benim daha ilk gün başına bir şey gelecek bayramlık kıyafetlerimin olmaması da değil açıkçası. Benimki olsa olsa bir yan neden olabilir.

Son beş altı yılda bayram şekerinin tadını azaltan başka şeyler de var. Bunlardan biri; artık köye amcamları ziyarete gittiğimizde -dedemle babaannem artık orada oturmuyorlar o yüzden amcalara gidiyoruz, iki yıl önce dedem babaanneme bulutlarda bir yalı aldı, yetmişinci evlilik yıl dönümü hediyesi, oraya taşındılar- amcalar, kuzenler hep birlikte çift kale maç yapamıyoruz. Amcaların tansiyon, şeker, fıtık diye yeni arkadaşları var onlarla takılıyorlar. Kuzenlerle de aynı anda aynı yerde bulunamıyoruz, ne yazık ki. Oysa, Yasin Abimin yirmi metreden, topu üst üste konulan iki adet taştan yapılma sekiz adımlık kaleye gönderip gol yapışı, ardından da göz kararı belirlediğimiz santra noktasına koşarak kramponlarını dizime koyup bana parlattırışı daha dün gibi. Maça almadığımız için beni babama şikayet eden kardeşim  de artık on üç yaşında. Şimdi oynasa sahalarda fırtına gibi eser. Bilseydim, o zaman oynatırdım. Bir anımız daha olurdu.

Bunlar birkaç yıldır yaşanan şeyler. Her bayram biraz daha alışıyorum. Fakat yeni şeyler de var. Bugün yirmi yıl sonra ilk defa bayram kahvaltısını anneannemin evinde yapmadık. Annemle küçük dayım iki aydır küs. Anneannemin gücü bile yetmedi o sofrayı kurdurtmaya. Belki o da istemedi. Bilmiyorum. Anneannem acıyla, üzüntüyle beslenen bir kadındır. Bir iki ay kötü haber gelmese hastalanır, yataklara düşer. Bu son gelişmeler ona bir meşgale oldu. Durup durup yakınacağı, oyalanacağı, eşe dosta anlatacağı bir şeyler çıktı. Bayramda eve bir dolu insan geleceğini düşünürsek mevzunun biraz daha uzamasını istiyor olabilir. Hayır, abartmıyorum.

Eski bayramları özleten tüm bu gelişmeler dünyanın her yerinde değişik şekilde yaşanıyor. Ama bizim meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçe içindeki evimiz  o dünyaya dahil değil. Her ne kadar evin dışında bir tad eksilmesi olsa da, evin içerisinde bayramı bütün lezzetiyle yaşadık. Sabah kahvaltısının toplanmasının ardından ilk olarak mahallenin çocukları çaldılar kapıyı. Her bayram aynı saatlerde gelirler. Ceplerinde, babamın bir gün önce bankaya gidip çocuklara dağıtmak için bozdurduğu beş liralarla döneceklerini  bilirler. En son geçen bayram babam, "bayram arasında evin önünden geçmiyorlar, bu bayram para mara yok onlara" demişti. O sırada annem girmişti araya. "Hayatım," demişti, "Şimdi vermezsen çok büyük hayal kırıklığı yaşarlar ama..." Babam da yine kıyamamış, sevindirmişti çocukları.

Çocuklar gider gitmez, yeni misafirler geldi bayramlaşmaya. Öyle ki, kahvaltının ardından içmeyi adet edindiğimiz kahvelerimizi de onlarla beraber içtik. Annemin sevincine diyecek yoktu. Hayatta en sevdiği şey yedirip, içirmektir. Her gelen misafirle birlikte adeta coşar. Bizim evde bayram ziyareti de dahil hiçbir ziyaret kısa olmaz zaten. Postacı bile gelse, içecek varsa içecek, yoksa su ikram edilmeden gönderilmez. Ve annem, bayramda gelen misafirlere bir gün önce yaptığı ev baklavasından yemeden gitmek gibi bir şans da tanımaz.  Ben sevmiyorum ama bayram; ev baklavasıdır. Tabi sırf sevmiyorum diye gidip de "Hayır bayram frambuazlı cheesecake'tir" gibi saçma bir iddiada da bulunmuyorum. Allah bu bayram hepimize bu hoşgörüden versin.

İlk misafirlerin gelişiyle birlikte açılan bahçe kapısı o gün akşama kadar bir daha kapanmaz. Misafirler ardı ardına gelirler. Kimi zaman biri gitmeden yenisinin geldiği, hatta iki misafirin aynı anda geldiği bile olur. Tüm bunlar yaşanırken annemi izlemelisiniz. Katiyen panik yapmaz. Hazırlıklıdır. Her misafirle tek tek ilgilenir. Herkesi evinden memnun gönderir. İnsanlarla hukukunun sağlam olmasının karşılığını bu ziyaretlerle aldığını bildiğinden, lütuflarına da layık olmaya çalışır. Fakat bunu sanki doğuştan gelen bir yeteneğiymişçesine başarır. Tabi tüm bu ağırlama aşaması boyunca babam, koltuğundan sadece misafirleri karşılamak için kapıya gittiğinde kalkar. Onun dışında misafirlerle sohbet etmek işini üstlenir. Enteresan hikâyeler anlatır. Ağırlama işinin kendine ait olan kısmını başarıyla yerine getirir. 

Bu karmaşanın, pardon bayram gününün, içerisinde en zor görev benimkidir. Ben ilk olarak misafirlerle ilgilenip, okulumla, okulumla bağlantılı olarak İstanbul'la, okulum ve İstanbul'la bağlantılı olarak da gelecek planlarımla ilgili sordukları sorulara cevap veririm. Bir yerde konu mutlaka evliliğe gelir. Önceden okuduğum için sorun yoktu ama bu seneyle birlikte durum ciddileşiyor. Ben bu sırada misafirlerin yanından, evin bir yerlerinde ağlayıp zırlayan çocuklarıyla oynamak için ayrılmayı tercih ediyorum. Tüm bunlar bayram boyunca kırk elli kez tekrar ediyor. Yani ben her bayram en az kırk kez, Yıldız'da okuyorum, İstanbul'da, hayır özel okul değil, gemi mühendisliği -bunu da gemi makineleri işletme mühendisliği dediğimde dört beş soru daha soracakları için kısa kesiyorum- dört yıllık, evet denizde çalışıyoruz, çok kalmayı düşünmüyorum, belki İstanbul'da bir süre yaşayabilirim, kısmet, çok teşekkür ederim, yok daha yaşım genç önce biraz birikim yapalım her şey zamanı gelince, aa öyle mi nerede okuyor, doğrudur ama hiç bilmiyorum, bir gün tanışırız belki, neyse ben bir içeriye bakayım yardım edilecek bir şey var mı, diyorum. Hele de Rasim Amcalar, anneannemi ziyarete gelmişse sadece onun için on kere tekrar ediyorum, eşi için de beş kere... En sonunda bugün dayanamadım, anneme veryansın ettim: "Bir eve bu kadar misafir gelir mi? Bu kadar iyi insanlar olmak zorunda mıydınız?" dedim. "Sus, sus. Misafir geldi" dedi ve kapıya koştu.

Annem bayram ziyaretine gitmek konusunda da, ziyarete gelenleri ağırlamak kadar yeteneklidir. Babamın akrabalarını ziyarete gittiğimizde, her evde en az yarım saat oturur. Evdeki her bireyle tek tek ilgilenir. Hepsinin geçmişlerini, geçirdikleri hastalıkları, olmuş ve planlanan düğün dernek ne varsa her şeyi bilir. Annem tam bir süper gelindir. Muhtemelen babamın akrabaları annemi babamdan daha çok seviyorlar. Hangi eve gitsek Hicap Yenge aşağı Hicap Gelin yukarı. Bayramlar annem için de doğuştan hazır olduğu bir gösteri adeta.

Benim için durum biraz daha farklı cereyan ediyor tabi. Ziyarete gitmeyi ben de seviyorum. Özellikle kendi arkadaşlarımın ailelerini... Babamın ihtiyar akrabaları için aynı istekle yola düşmüyorum ama bir kere vardıktan sonra onları memnun etmek için de elimden geleni yapıyorum. Nihayet geçen bayram babamın teyzesinin evinde, "Biraz daha oturalım" da dedim. Böylece bir çizgiyi de aşmış oldum. İhtiyarları memnun etmek çok önemli. Hem çoğunluğu da çok tatlı insanlar. Bir de hepsinin tadı aynı olan kalitesiz şekerlerden almam için ısrar etmeseler tatlarından yenmeyecekler. Evet, bu sefer abarttım.

Herkese, sevdikleriyle mutlu ve huzurlu bayramlar.

Samimiyetle...
-Bodrum. / 08Ağustos2013.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Hatırlanmayan Zamanlardan II / Her şeyin başı su.

Ürkütücü olan suyu tanımaman, suya güvenmemen. Halbuki izle! O hep en güzel yoldan gitmese, kimi zaman bir yerlerde biraz daha beklese, hatta yeniden yağmur olmak için, doğru yere dökülmek için buharlaşsa bile.. sonunda başka sulara kavuşacağı yoldan gidiyor.

---

Sesin bir başkasının gözleri oldu şimdi.

Sen, 'hadi sen de gel, yatak soğuk, üşürüm' derdin.

O, öyle der gibi bakıyor.

Ben.. :) ..geliyorum.

---

Şampuan bitmeye yüz tuttuğunda, ya dibindekini kapağın ağzına getirmek zor olduğu için yenisi alırsın ya da dibindekini de kullanabilesin diye içine biraz su koyarsın. İşte bazı ilişkiler de böyle..

Yersiz bir benzetme mi oldu? Bence neden su eklediğini konuşalım.

---

Hakikaten her şeyin başı su.. 

Ama günün sonunda, zaman uykusuzluğa yenik düşerken -ki çok tatlıdır uykusuz hâlleri- susulacakları susamıyorsan söylenecekleri söylemelisin.

Masal anlatabilirsin. Böylece o da uyandığında -ki yeni uyanmış hâlinden daha tatlı bir hâlini görmedim- masal gibi gülümseyebilir, masal gibi bir öpücük kondurabilir dudaklarına. Sonuçta mutluluk böyle bir şey.

Ya da

Kulağa fısıldanan bir iyi geceler öpücüğü de nur topu gibi bir günaydın öpücüğüne gebe kalabilir -onun mutlu günaydınlarından bahsetmiştim sanırım, bir daha anlatayım mı?

Belki ikisi de.. En nihayetinde masallar mutlu sonla bitmeli;

..sonra prens camdan tabutun kapağını aralamış ve Pamuk Prensesin iki dudağının arasına akla geldikçe büyüyen bir öpücük fısıldamış. Pamuk Prenses gözlerini açmış. Onun hayata döndüğünü gören Yedi Cüceler dans etmeye başlamışlar.

ve Yakışıklı Prens, Pamuk Prensesi kucağına alıp ata bindirmiş.

ve gecenin içine doğru yol almışlar..

ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar..

ve iyi uykular..

2 Ağustos 2013 Cuma

KKK

-"Geçen gün öldüm."

-"Aa, başın sağ olsun."

-"Dostlar sağ olsun, çok zor."

-"Zordur, bilirim."

-"Hayırdır, yoksa sende mi?"

-"Birkaç ay oluyor?"

-"Başın sağ olsun, hiç duymadık yaa."

-"Öldüm ya, ondan haber veremedim."

...

-"Ah.. Çok yalnızız be."

-"Vay amına koyayım, harbiden çok yalnızız."

-kkk. / Bodrum, 2Ağustos2013.