29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sus bir ki üç..

       Hiç.. Adım atacak yer bırakmayan, koca bir hiç dudaklarımın arasında. Kıpırtısızlık bedenimin hareket sınırı, zira sen dağları ufalarken ben susmayı öğreniyorum. Mürekkebin kağıt üzerindeki ılık yaraları.. Keşke bütün yaralar böyle güzel olsaydı. Oysa belki küçük bir esinti olsa düşerdim. E şimdi esmedi diye..

       Sessizliğime tahammülün yok. Belki sana hiç tahammülsüzlük yaşatmadığımdandır bu halin. Bana göre şımarık ağzından çıkan sözcükler, sense onlara çaresiz deyip, besliyor büyütüyorsun. Zihnim mahşer yeri; bolca sen, azıcık eski sevgililer. Eskileri verip yenileri alma çabası bu, farkı nasıl ödeyeceğim çok aşikar.

       İlk kırık sözcüğün ilk nemli sesinde bittiğinden her şey -aslında o kadar da çok şey değil- geri kalanı da böyle sessizlik oluyor. Birlikte baktığımız gün batımı batıyor, benzer bir gün anılardakine, aynı poyraz Konstantiniye'nin Halikarnas'a hediyesi. Aynı olmayan bir şeyler var, tabiatından yalnızlığın. Öyle bile olsa sen aynı bakıyorsun o kızıllığa, benim en sevdiğim renk hala o kırmızı. İşte işin hasta tarafı bu gün batımı.
                                                                                                montevideo, ağustos 2012

23 Ağustos 2012 Perşembe

Her şeyini alıp gidecek değilsin ya..

       Ama dizine yattığımda, parmaklarını yüzümde gezdirmeni özleyeceğim mesela. Plajda şezlonga uzanmış güneşlenirken, gözümü her açışımda gözlerini beni seyrederken bulmayı da, özleyeceğim. Hayallerimden bahsederken, kendine dahil olacak bir yer bulmanı -ki bunu ne kadar ustaca yaptığını biliyor muydun acaba- çok özleyeceğim. 


       Her şeyini alıp gidecek değilsin ya? Mesela, evden çıkarken şemsiyeni unuttuğunda benim erkekliğime laf ettirmez centilmenliğimle elimde şemsiye nefes nefese geri geldiğimde, şefkatle gülümseyip ıslak yanağıma minik bir öpücük konduruşunu bırakabilirsin. Böylece ben de arada bir yıldızlı pekiyi almış çocuk gibi sevinebilirim, yani öyle yapıyormuşum sen öyle diyordun. Tek çocuk olarak büyüyen insanlara özgü yalnızlık korkunu bastırmak adına, arkadaşlarının yanında yaptığımız şovları çok seviyordum. Onu da bırak bence, tabi yine çok olmuyorsam artık. Ama, güzel değiller miydi? Hani bir kere seni İzmir'e ziyarete gelmiştim. Alsancak'ta denize nazır bir mekanda yemek yemiştik. Beni arkadaşlarınla tanıştırdığın gün. Konu bir ara ayrılığa gelmişti ve ben şöyle demiştim:

       "Tabi ki benden daha zekisini bulabilirsin. Daha eğlenceli ve yakışıklısını da. Daha zengin birini mutlaka bulursun. Daha kültürlüsünün olmadığını da söyleyemem. Hani olmaz ama, bu çok küçük bir ihtimal benden daha iyi öpüşenini de buldun diyelim..." Burada herkes hafif utanarak gülmeye başlamıştı. Ben sırıtıyordum sense 'eşşek' der gibi gülümsüyordun. Belli hoşuna gitmişti. "..ama.." diyerek devam ettim:
       "..bütün bunların hepsini bir arada bir daha bulman çok zor. Mütevazılığımdan bahsetmiyorum bile." diye bitirdiğimde herkes gülmekten katılıyordu. Sen de sonunda dilinin ucundaki "eşşek"i koyuvermiştin. "Eşşeğim ama çok tatlıyım biliyorsun.." deyip, yanağımı uzatarak "..ee tadıma bakmayacak mısın?" diye pişkinliğe vurarak öpücüğümü kapmıştım bile. Herkes seni kıskanmıştı. Sonra o akşam arayıp, mesaj yazıp beni sana övdüklerini hafif kıskanarak, hafif gururlu bana yetiştirmiştin. Arkadaşların arasında seviliyordun zaten ama kabul etmeliyiz ki; ilişkiler çok farklı bir karizma kazandırıyor insana.. Ben senin kahraman sevgilin olmayı da çok seviyordum. Bunu ne yapsam alamam zaten, götürebilirsin.


       Bir de yapamadıklarımız var. Birlikte tatile gitmeyi çok istiyorduk. Ama ailelerimiz, adet ve düşünce yapısı gereği buna karşı olacaklarından konuyu açmadık bile. Yine de bu hayal bizimdi. Şimdi sen de ben de başkalarıyla gideriz herhalde. Sahi bir de yeniler olacak değil mi? Mutlaka yeni bir kokuyu ezberleyecektir burnum. Belki ve muhtemelen seninkinin yerine koyacaktır hafızam. Hatta sanki benimkiler ölçülüpte seninkiler yaratılmış gibi birbirinin eşi dudaklarımızın yerine de yenileri gelecek. Muhtemelen tam tamına uymayacaklar birbirine. Yine de yeni bir dudak da benimkileri cayır cayır yakıp, kalbimi titretebilir. Biliyorum mutlaka yeniden seveceğim. Ama.. Her yeni cümlenin sonunda bir ama ilişiyor dudaklarıma, dilimi incecik kesiyor. İşte sırf bu yüzden benim yenilerim 'ama'larla başlıyor, sonunda yeni 'ama'lara varıyor. Az gidiyorum, uz gidiyorum ama bir arpa boyu bile yol alamıyorum. Öyle karışıyor düşüncelerim. Şimdi sana 'gitme' diyeceğim, ama..
                                                                                                                               Atlantik Açıkları, 2012.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Mesaj İletildi.



                Nefes almayı unuttuğumuz zamanlar oldu; ne olduğunu anlamadan eve dönme vaktinin geldiği zamanlar. Sokaklar bizimdi. Altlarında dolmuş beklediğimiz sokak lambaları ve o lambanın bulunduğu direğin üzerinde ötmese varlığını bile anlayamayacağımız baykuş bizimdi. Hatta bir kaç saat öncesine kadar şu an dolmuş beklediğimiz yerde el açan dilenci, bu şehrin bütün dilencileri, hırsızları, sarhoşları, berduşları, aşıkları ve aşkları bizimdi. Aslında aşk öyle bir şey ki, hiç bir zaman sadece senin olamaz. Olsa olsa sen aşkın bir parçası olabilirsin.
                Sokaklar bizimdi bizim olmasına ama yine de hep geç kaldık. Parmak uçlarımızda girdik eve. Tam odaya vardım kurtuldum diyecekken babalarımızın, saat kaçta geldiğini biliyorum, diyen öksürüğüyle irkildik. Çabucak soyunup yatağa uzandığımızda kafamızda günler saatler ve anlar doğalarının aksine birbirinin içinde değil ama hep bir arada dönüp dolaşıyorlardı. Güzel bir anıyı tekrar tekrar yaşardık yüzümüzde en aşık gülümsememizle, canımızı sıkmışsa içimize dolardı bir daha hiç gülümseyemeyecekmişiz hissi.
                Genellikle güzel biten geceleri bittiği yerde bırakamayıp yastığımıza taşıdık, yastığımızın yanına, mesaj gelir de duymam umuduyla sessize almaya korktuğumuz telefonumuzla. Genellikle de pişman olduk. Kimi zaman telefonun ansızın titremesiyle yüzümüz ışıl ışıl oldu ama çoğu zaman dayanamayıp uzun bir tatlı rüyalar öpücüğü döktürdük. Beklentilerimiz kimi zaman keşke yazmasaydım pişmanlığına dönüştü ekrana bakıp da saati görünce, kimi zamansa bir yeni mesaj çoktan alınmıştı. Yasal acılardı bunlar, ikisinde de sevdik. Neyse ki her ikisinde de son düşündüğümüzü hatırlayamayacağımız sabahların kalabalık uykularına dalabildik.
                Bugün bu kadar tanıdık geliyorsa, düne benzediğinden. Çünkü dün de bir zamanlar bugündü. Yarının ebediyeti de dün olmaktan başka bir şey değil. Zamanın hiç bitmeyecekmiş gibi uzun, hiç hatırlanamayacakmış gibi eski, cevap veremeyeceğimiz kadar anlaşılmaz ve tanımlayamayacağımız kadar belirsiz olduğunu unutmamak gerek. Çünkü insanlar da zamana dahil. Kendi içine dönen bir labirent gibi umutsuz, asla eskimeyecekmiş gibi yeni, bir sonraki adımı gibi tereddütsüz, bahar gibi heyecanlı ve güz gibi gözüyaşlı ancak yarın ne yapacağını bilemeyecek kadar bugünde.
                Şimdi..
                Mesaj iletildi.
                                                                                               Rio Grande, 6 temmuz 2012