21 Eylül 2015 Pazartesi

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler VII

Hulusi Nihat Gencer
İzmir
Mehmet Atatürk Lisesi'ni kazandığında ben halihazırda iki yıldır okul müdürüydüm. İzmir'e dışarıdan çok öğrenci gelir. Fakat en az hangi şehirlerden talebe alırız diye sorarsanız İstanbul bir, Ankara ikidir. Orada da iyi liseler olduğu için aileler çocuklarını dışarıya göndermek istemezler. Fakat Ege ve Akdeniz bölgelerindeki hatta İç Anadolu'nun batısındaki başarılı öğrencilerin ilk tercihleri bizim okulumuzdu. Hâlâ da öyledir. İşte o yüzden biraz tuhafıma gitmişti Mehmet ile Hakan. İkisininde ailesi İstanbul'da yaşıyorlardı. Hakan'ın, yanlış hatırlamıyorsam, dayısı ve teyzesi buradalardı ama kalmadı onların yanında. O da Mehmet ile birlikte okul pansiyonunda kaldı ilk iki sene. Sonra Mehmet çıktı. Çok ısrar ettim kalması için. Çünkü ders dışı etütlerimizden çok iyi verim alıyorduk. Zaten hepsi seçilmiş öğrencilerdi. Hakan da Mehmet de çok başarılıydılar. Hakan ikincilikle bitirdi okulu. Belki Mehmet de pansiyonda, okulun pansiyonunda yani, kalmaya devam etseydi o da derece yapabilirdi.

Görevim sırasında özellikle yurtta kalan öğrencilerimle çok yakın ilişkiler içerisindeydim. Mehmet'i çok severdik. Çok sakin bir çocuktu. Öğretmenleri de çok memnunlardı. En belirgin özelliği motivasyondu mesela. Öğretmen taktiğidir; derse ilgi kaybolduğu zaman bir soruyla öğrenci uyandırılır. Bir dönem tarih derslerine girmiştim ben onların. Mehmet de çoğu zaman dersle ilgilenmiyormuş gibi görünürdü fakat ne zaman uyandırmaya kalkışsam hem soruya doğru cevap verir hem de anlattığım konu neyse onun başka bir tarihi olayla bağlantısını kurar yahut sorardı. İlk beş seneyi Fransa'da okumuş Mehmet. Orada aldığı temel çok iyiydi. Bir gün sormuştum buna, "Oğlum tarihe ilgin var, düşünür müsün tarih bölümünü?" diye. "Hocam" dedi, "Ben sadece tarihin neden ve sonuç ilişkisi içinde ilerlediğini hiç unutmuyorum." Gerçekten de temeli çok iyi oturtmuş bir öğrenciydi.


Asım-Irina Kırımlı
Marsilya
A.K: Soyadımız malum, Kırım göçmeniyiz. 1784'te Kırım elden çıkınca bir müddet dayanmışız ama yüzyıl sonunda İstanbul'a yerleşmişiz. Büyük dedem Devlet-i Aliye'nin Kırım Kadısı Hüseyin Efendi idi. Oğlu Halet Dedem de İstanbul'a göçümüzden sonra yeni yüzyıl başında Fransa Büyükelçiliği görevinde bulunmuş. Görevi bittikten sonra, ailenin bir kısmı Fransa'da kalmışlar. Ben 1953'te Nice'de doğdum. Irina ile yirmi dört yaşımdayken tanıştık.

I.K: Ben on yedi yaşındaydım o zaman. Ay yaşım belli olcak ama olsun varsın artık bu saatten sonra. (Asım Bey'e bakıyor sevgiyle. Asım Bey de eşine muhabbetle gülümsüyor. Sen hâlâ gönlümün sultanısın, benim için daha güzel kimse olmadı, olmayacak der gibi.) O dönemi biliyorsunuz zaten. Moskova'da büyüdüm ben. Savaştan sonra Fransa'ya taşındık, on dört yaşındaydım. Yeni bir ülkede, yeni bir yaşama alışmaya çalışıyordum. Monaco'ya geldik ilk olarak. Asım'la da orada tanıştık. Mirza, Asım'ın Londra'daki ortağıydı. İstanbul'daki işleri de o idare ediyordu. Sonradan da eniştesi oldu zaten. Ağabeyim Ivan Londra'da okudu. Mirza ile oradan tanışıyorlar. Bizim Fransa'ya yerleşmemize de o yardımcı oldu. Mirza'nın bizi ziyaret ettiği bir sefer de Asım onu görmeye geldi. (Biraz utanıyor Irina Hanım, yıllar sonra bile yüreği kıpır kıpır, sesi titriyor.) İlk kez gördüğümde anlamıştım benim kaderim olduğunu. Ailemiz hissiyatlı bir ailedir zaten. Büyükannem de olacakları  evvelden hisseden bir kadındı. Benim de kendisine benzediğimi söylerdi hep. Rahat uyusun. Yaşadığımız şeyler tahmin edilecek şeyler değildi tabi ama o sıkıntı, hissiyat hep bir şekilde kendini gösteriyordu.

A.K: Ivan'la iyi ahbap olduk. Sık sık görüşmeye başladık. Daha çok ben Monaco'ya gidip geliyordum. Tabi ki Irina'yı görmek için. Savaş sonrası Fransa'sında, biliyorsunuz, yatırım imkânı olan herkes aldı başını yürüdü. Biz de onlardan biriydik. Sonra tabi ortaklarımızla düşünce birliği oluşturamadık ve kader, onlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık. Irina ile çok güçlü bir bağımız vardı. İlk bakış, ilk gülüş bizi birbirimize yaklaştırdı. Fakat zorluklar birbirimize sımsıkı sarılmamızı sağladı. 81'de evlendik. Batı kıyısına, Marsilya'ya yerleştik. İki yıl sonra da 16 Eylül'de Mehmet doğdu. Çok güleryüzlü bir bebekti. Bir bebeğe göre neredeyse hiç ağlamazdı. Çok hareketliydi. Bütün gün koşturur sonra da bir kenarda uyuyakalırdı. Türkiye'ye gittiğimizde içine kapandı.  Marsilya bir liman şehri ve Afrikalı göçmenlerin en yoğun oldukları yer. Bugün sokağa çıktığınızda Fransız'dan çok Arap görürsünüz. Mehmet'in en yakın arkadaşları da Araplardı. O yüzden Fasih Arapça'yı ve Cezayir Arapçasını çok iyi konuşur. Zaten kuzenleri sayesinde de Rusçası çok iyiydi.

I.K: Dile çok yatkındır Mehmet. Bizim ailemiz de aslen Aşkabatlı. Büyükannem ailede Türkmence bilen son insandı. Mehmet de onu anlayan tek insan. Fransızca'yı da yine sokakta öğrendi, sonra da okulda. İngilizce'yi de yine ilkokulda ve lisede geliştirdi. İspanyolca'yı üniversitede öğrendi sanıyorum. Almanca'yı da Berlin'de master sırasında öğrenmiş. Daha ilkokuldayken Rus klasiklerini Rusça nüshalardan okudu, Fransızca eserleri yine anadilinde.

A.K: Fakat ilkin Dostoyevski'nin Rus dilinde berbat bir yazar olduğunu düşünmüş, Suç ve Ceza'nın Türkçe nüshasını okuduktan sonra hayran olmuş. Sorsanız bütün eserlerin Arapça baskılarını okumak ister.


Nurcihan Türker
İstanbul
Tam otuz altı yıl öğretmenlik yaptım binden fazla öğrenci okuttum ama Mehmet size başarı konusunda kati bir inanç ve güvenle söyleyebileceğim birkaç isimden biridir. Atatürk Lisesi'ndeyken edebiyat dersine girmiştim. Çok özel bir talebeydi. Liseye geldiğinde, iyi bir okuyucunun okuması gereken kitapların tamamını okumuştu. Özellikle bütün eserleri kendi dilinde okumuş olması ona çok farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Beni en çok şaşırtan öğrencilerimden biriydi. Edebiyata sanata kabiliyeti yüksekti. Zengin bir birikimi vardı. Avrupa'da yetişmiş ve farklı milletlerden insanlarla birlikte büyümüş olduğundan, kültürlerin ve anlayışların edebi eserlere sinen kokusuna alışıktı. Bunu rahatlıkla idrak edebiliyordu. Bunları dinlerken bahsettiğim kişinin henüz lise birinci sınıfta bir öğrenci olduğunu unutmayın.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler VI

Asım-Irina Kırımlı.
Marsilya.

A.K.: Ben o zamanlar Beşiktaş’ta küçük bir cafe işletiyordum. Fransa’dan dönmüşüz. Üçüncü senesi. İşler yavaş yavaş oturmaya başlamış. Irina çok yeteneklidir. Gözü de pektir. O teşvik etti zaten beni. Her gün sabah altıda giriyordu mutfağa, akşama kadar dünyanın en lezzetli pasta ve kurabiyelerini yapıyordu. Hem de şekil şekil; evler, kaleler, bisikletler, çocuk-büyük insanlar… Mehmet de yardım ediyordu okuldan sonraları ama o sene lise sınavlarına hazırlandığı için ne ben ne de annesi gelsin istemiyorduk. Gerçi Mehmet hep çok başarılı bir çocuk oldu. Hem Fransa’dayken hem de buraya gelince hep sınıfın en iyisiydi. Sağ olsun hep gururlandırdı bizi. Irina her veli toplantısına şevkle giderdi. Yetiştirdiği çocuğu, onu, beni övecekler ya… Neyse o sene gitti Mehmet. Çok büyük sürprizdi bizim için.

(Burada konuşmaya başladığından beri Asım Bey’i keyifle izleyen Irina Hanım yüzünü karartıyor, eşine hafif suçlar bir bakış atıp lafı devralıyor.)
I.K.: Bir gün dükkândayız. Akşam vakitleri… Bir müşteri geldi dükkâna. Kırklı yaşlarında, dik duruşlu, asil bir beyefendi. Asım ile uzunca sohbet ettiler. Adam öğretmen falan herhalde, ben öyle sanıyorum. Asım, Mehmet’ten bahsetti adama. Eğitiminden konuştular. Adam İzmirli’ymiş. O sıra oğlan geldi okuldan. Baya kaynaştılar. Kitaplardan konuştular. Mehmet’in zayıf noktasıdır, kitaptan söz edilince hemen çözülüverir dili. Asla çok konuşkan bir çocuk olmadı. Bazen televizyonda izlerken kameraların karşısındaki rahatlığına şaşırıyorum o yüzden. Şimdi Amerika’da, iki ay oluyor gideli.

(Gülüyor Asım Bey.)
A.K.: Abarttın, dün beş hafta oldu daha.

(Irina Hanım da Asım Bey’in neşesine eşlik ediyor.)
I.K.: Bana abartma diyene bakın. Kendisi gün gün sayıyor. Bu değişimine şaşırmamız da aslında, Mehmet’i liseyi kazandıktan sonra çok az gördük biz, ondan. Hı, onu anlatıyordum asıl. O adam aklına girdi oğlumun. Başta, İzmir’de okuyacağım, diyordu. Sonra vazgeçirdik. Tercih zamanı da hep İstanbul yazdı. En sonunda bir tane İzmir ekledi, Atatürk Lisesi, Fransızca bölümü. Gitti o tuttu. Kader… On dört yaşında küçücük bir çocuktu. Tam on beş yıl olmuş. Fransa’ya pek gelmiyor. İşte üç ay önce izne gelmişti, en son o.

(Asım Bey bir iç çekip, hüzünle gülümsüyor.)
A.K.: Hâlâ alışamıyor insan. Üniversiteyi İstanbul’da okumak konusunda ısrar etti. Biz o lise sondayken Marsilya’ya yerleşmiştik. Ben Fransa’da okumasından yanaydım ama olmadı.

13 Eylül 2015 Pazar

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler V


Esra Yılmaz.
Kızılay.
Ya hu o durumu hiç anlayamadım zaten. Hakan ile Mehmet sınıfın en iyilerindendi. Bütün sene hep bizden yüksek puanlar yaptılar. Sonuçlar bir açıklandı. Ben Galatasaray’a gittim. Musa ile Nazlı da Kabataş Lisesi’ne. Bu ikisi İzmir Atatürk Lisesi’ne. Hadi Hakan zaten İzmirli'ydi ama Mehmet'in tercihlerine İzmir yazdığından bile haberimiz yoktu. Şok olduk. Çok üzülmüştüm o zaman ekip bozuldu diye. Neyse sonra üniversitede geri geldiler. Bu sefer de Nazlı gitti Ankara’ya. ODTÜ’yü kazanmıştı, genetik ve mikrobiyoloji. Öyle ya da böyle bir daha da toplanamadık. İlkokul ve lise arkadaşlıkları çok güzel. Kötülüğü tanımayan vakitlerimiz olduğundan belki, tüm anılar, duygular saf oluyor, saf hatırlanıyor.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler IV


Musa Çallı
Kandilli
Elimde değil oğlum, diyorum, bırakamıyorum işte. Bir hışımla kalktı. Bu mereti içmeye devam edersen, konuşmam bir daha seninle, dedi. İhtimal vermiyorum tabi böyle bir şeye. Zaten saklıyordum ne zamandır. Çekiniriz biz biraz Mehmet’ten. Meğer o da bildiğini benden saklıyormuş. Gönlün ne kadar süre benden bir şey saklamaya dayanabilecek merak ettim, demişti. Çok koymuştu. Sonra biz Nesli’yle tanıştık, eşimle. Mehmet’in hisleri çok kuvvetlidir. Anlamış Nesli’nin benden hoşlandığını, çekmiş kenara. Ben bu işi yaparım ama küçük bir şartım var, demiş. Biliyor zaten puşt, ben ilk günden beri vurgunum Nesli’ye. Neyse bu mektup yazmış kıza benim ağzımdan. Edebiyattan da anlar. Döktürmüş tabi. Nesli soluğu yanında almış. Bir mektup da bana yazmışlar birlikte. Ben sevincimden yarım metre yukardan yürüyorum. Güzel bir cevap yazdım sonra. Oldu bu iş dedim. Neyse ilk buluşmamız. Nesli demez mi, sigarayı bırakacaksın. O günden beri sigara içmiyorum. Şu mutlu yuvada büyük payı var Mehmet’in.




Hakan Sakin
Ulus
Lise ikideyiz. Tutturdu bu eve çıkacağım diyor. Asım Amcalar’ın durumu belli. Fransa’dan döndükten sonra yolunda gitmedi hiçbir şeyleri. Kirayı nasıl vereceksin, diyorum, çalışır kazanırım, diyor. Bari beraber çıkalım, kirayı bölüşürüz, diyorum. Onu da kabul etmiyor. O zaman şüphelendim. Bir kadın vardı otuzlu yaşlarında arada görmeye geliyordu Mehmet’i. Anlat ne oldu, bir şey yaşadınızsa, bir kaza olduysa, artık eskisi kadar zor değil bu işler, dedim. O da değilmiş tabi. Mehmet’ten böyle bir şey beklemek saçmalık ama lisedeyiz daha, çocuk sayılırız. Hâlâ daha bilmiyorum o sene durup dururken niye birden eve çıkmaya karar verdiğini. Kaç kere gittim, kadın, çocuk falan da yok. Her yer kitap, tefrika. Böyle üst üste yığmış, boyum kadar. Ha bir de bir saat yapmaya başlamıştı. Bir sürü alet edevat falan almıştı. Sonra geceye kadar çalışıyordu okuldan sonra. Ben bazen onda kalıyordum. İş çıkışı beraber geçerdik eve. Sabaha kadar okurdu. Bazen bana da okutur, ne düşündüğümü sorardı. Ben konuşurdum, o hep dinlerdi. Geç saatlere kadar otururduk. Oğlum, uyumayacak mısın, derdim. Belki, derdi. Hep enteresan bir adamdı zaten. Yemek yer misin? Arada. Şu kitabı okudun mu? Belki. O kızdan hoşlanıyor musun? Bazen. Ne enteresanı, tam dayaklık adamdı Mehmet.



10 Eylül 2015 Perşembe

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler III

Esra Yılmaz.
Kızılay.
Bir gün yine arıyorum bunu, açmıyor. İnanır mısınız, iki günde kırk elli defa aramışım. Dayandım kapısına. Vali Konağı’ndaki dairesinde o zaman. Ben de Teşvikiye’de oturuyorum. Komşuyuz neredeyse. Baktım kapıyı da açmıyor. Başladım bağırmaya. Aç ulan kapıyı benim Esra. Bak açmazsan bütün komşulara reklam ederim seni. Karnımda çocuğu var derim, ortada bıraktı beni derim. Komşulaaar, diye bağırmaya başlamamla birlikte tık, bir kilit sesi. Başkalarını rahatsız etmek konusunda çok hassastır. Baktı bu deli susmayacak, açtı hemen kapıyı. İçerisi o kadar havasızdı ki, nasıl duruyorsun oğlum burada, dedim. Kendine acımıyorsan bari Fibo’ya acı. Fibo köpeği Mehmet’in. Fibonacci’nin kısaltması. Sonra yüzünde, apartmanda gelip rezillik çıkarmama alınmış ifadeyi fark ettim. Yanağına iki tane vurdum hafifçe. Aferin, dedim, adam ol. 

Hannah.
Strasbourg.
Konuşmam mı? Çok zaman kaldım Türkiye’de. Daha iyi konuşuyordum eskiden ama şimdi de iyi, hı? Burada tanıştık Mehmet’le. Benim bir arkadaş var, Türk. O tanıyordu. Çok kalmadı Mehmet burada. Gitti. Ben bakıyor hep Mehmet. Hep Mehmet konuşuyor arkadaşlarla. Çok güzel bir hafta yaşadık o zaman. Burada mimarlık okuyordu ben. Bitecekti. Okul bitince gittim Türkiye’ye. İnternetten de konuşuyorduk zaten. Ama istemedi beni Mehmet. Ama hâlâ özlüyor ben o bir hafta. Ne mi yaşadı? (Kızarıyor, gülüyor.) Ayıp, derdi Mehmet. Elini ağzına koyardı böyle. I can just tell you, it was like finding a new place to live. Thanks to him, I got some fresh air... fresh air in a new place where you completely know as your body.

9 Eylül 2015 Çarşamba

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler II

Esra Yılmaz.
Kızılay.
Tamam. Kaydediyorsanız başlayalım. Ortaokuldan beri tanıyorum Mehmet’i. İlköğretim oldu gerçi sonradan. Hatta yine değiştirmişler, artılı eksili bir şey diyorlar. Bir bulamadılar doğrusunu. Neyse. İlk beş sene yoktu Mehmet. Altıncı sınıfın ikinci döneminde geldi. Annesi Rus, İrina. Küçücük çocuklarken bile adıyla hitap ederdik, öyle isterdi. Bayadır gitmedim ziyaretine. Fransa’dan gelmiş Mehmetler. İngilizcesi falan çok iyiydi. Her dersi iyiydi aslında, çekememezlik olmasın. Bizim sınıf özeldi zaten, hep toplama öğrencilerdik. Zehirdi Mehmet. İlk başta aramıza almadık. Sonradan yakın olduk. Onun da ayrı bir hikâyesi var. Dur anlatmam lazım. Bizim bir takımımız vardı. Nazlı, Musa, Hakan ve ben. Üst sınıflardan bir çocuk Nazlı’ya asılmış. Hakan da hafif hoşlanıyordu Nazlı’dan. Dayanamamış çocuğun üzerine yürümüş. Bir de çocukken yaş farkı daha fazla gelir. Fakat bizim nesil biraz büyümüş de küçülmüş gibiydik zaten. Her neyse, okulun arka bahçesine gitmişler, teke tek kozlarını paylaşacaklar sözde. Üst sınıf olan çocuk sözünde durmamış. Üç kişilermiş, Hakan tek. Sağlam bir dayak yiyecekmiş Hakan. Sonra birden Mehmet çıkıyor ortaya. Birden de denemez aslında. Samimi olduktan sonra gördük ki Mehmet hep oradaymış zaten. Bir şey olsa ilk orada arardık onu. O gün de yine oradaymış. Görmüş olayı, hemen atlamış çocukların üzerine. Sonrası hüsran tabi. Sağlam bir araba dayak yemişler çocuklardan.

Hakan Sakin.
Şişli.
O günü hiç unutmadım. Her ayrıntısını… Mehmet’in yanıma gelişini, bana bakışını, söylediklerini… Hatta yediğimiz tekmeyi, yumruğu bile. Yahu bir de adamlar ağzımızı burnumuzu dağıtmışlar. Her yerimiz yara bere, ağrıdan inliyorum. Baktım Mehmet gülüyor. Çok güzel güler Mehmet…

Bakkal Rüstem.
Kanlıca.
Mehmet’i bilmem mi yahu hiç? Arkadaşı mısın sen? Mehmet iki üç sene oluyor bu mahalleye taşınalı. Sessiz bir adamdır ama selamsız geçmez dükkânın önünden sağ olsun. Köpeği vardı Fibo’ydu adı. Alman kurdu. Onu gezdirmeye çıkar akşamları. Bayadır yok ama. Arada kaybolur böyle. Babası, annesi Fransa’da yaşıyorlarmış. Oraya gitmiştir diye düşünüyoruz biz. Sessiz bir adam olduğundan, bir de geleni gideni de pek yoktur bizim oğlanın, kimse bir şeyini bilmiyor. Yine de dedikodu dönüyor tabi ortalıkta. Bir de insan en rahat bilmediği şeyler hakkında dedikodu uydurur ya, ondan çok uğraşıyorlar çocukla. Ama bana anlatır arada bir şeyler. Gelmiş olsa sokakta olurdu şimdi zaten. Mahallenin afacanlarıyla top oynuyorlar akşamüstleri. Her zaman değil tabi ama benim oğlan söylediydi geçen, her gün gidip ziline basıyorlarmış. Çok sever o da Mehmet Ağabeyini.

Saatçi Halil Usta.
Ayvalık.
Küçüklüğünü bilirim ben. Çok yetenekli çocuktu. Babasını tanırım esas. Asım Ağabey’e gönül borcum çoktur. Bu dükkânı bile onun sayesinde açmıştım. Yazlıkları var burada. Asım Ağabey kiraya verdi sonra ama Mehmet onyedi onsekiz yaşlarına gelene kadar her yaz gelirlerdi buraya. Mehmet de benim yanımda çalışırdı yazları. Saatlerin pilini değiştirirdi, temizliklerini yapardı. Hatta son zamanlar kırığı tamir edecek kadar ilerlemişti. Eli çok hassastı maşallah. Bir de gözleri çok ince görürdü. Mercek kullan başımıza iş açacaksın diye azarlardım bunu. Rahat edemiyorum Usta, derdi. Sonra bir bakardım, sıfırı gibi yapmış.

Mehmet Kırımlı Hakkında Bazı Şeyler I: Giriş

Mehmet Kırımlı ile ilgili bir yazı dizisi hazırlamak fikri zihnimde, öylesine, alelade bir zamanda belirmedi. Bilakis, bir an önce çalıştığım dergideki işimi kaybetmemi engelleyecek bir şeyler yazmak zorundaydım. Saatlerce düşünmeme rağmen hâlâ bir şey bulamadığım bir gecenin sabahında o günün gazetesini incelerken ilk kez gördüm Mehmet Kırımlı ismini: "Yılın İşadamı Ödülü Genç CEO Mehmet Kırımlı'ya!" Bu ismi ilk defa duyuyordum. Fakat esas ilgimi çeken kısım, Avrupa'ya ve Amerika'ya otomobil parçaları ihraç eden Auto-Tech firmasını geçtiğimiz üç yıl içinde ülkenin en büyük şirketi hâline getiren bu genç işadamının, haberin alt metninde yer alan açıklamaları oldu. Bizzat kendisinin kaleme aldığı kısa konuşma metni aynen paylaşılmıştı. Yıllık izni için Fransa'da ailesinin yanında olduğunu ve annesine akşam yemeklerinde olacağına dair söz verdiği için törene katılamadığını bildirip şöyle devam ediyordu:

"İşte bu kutsal sebepten dolayı bu akşam bana layık görülen ödülü, şirketimizin en alt kademesinden benim bulunduğum noktaya kadar görevli olan çalışma arkadaşlarım, sorumlu olduğumuz üstlerimiz ve hepimizin aileleri adına değerli çalışma arkadaşım, misafir ağırlama  ve ikram işleri sorumlumuz, canımız, Mihriban Abla, Mihriban Gözütok alacak. Bugüne kadar içtiğim en lezzetli kahveleri Mihriban Abla'nın elinden içtim. Kendisine minnettarım. Şirketimizin geldiği noktaya tesadüf eseri gelmediğini, bir firmanın bünyesinde bulunabilecek en iyi ekiple çalıştığımı belirtmek isterim. Sadece çalışanlarımızla değil, ailelerimizle de ilgilenen personel müdürümüze, herhangi bir devletin dışişleri bakanı olsa o ülkeyi ihya edecek yetenekteki dış ilişkiler sorumlumuza, projelerimizi en hızlı ve verimli şekilde hayata geçiren operasyon müdürümüze, bize sadece parça değil teknoloji satmak itibarını kazandıran araştırma ve geliştirme müdürümüze, vizyon kelimesini yeniden tanımlayan yatırım başdanışmanımıza, tarihin en şeffaf ve en titiz kayıtlarını tutan finans müdürümüze, tüm bu departmanlar ile alt departmanlarımızda görevli çalışma arkadaşlarıma tüm yaratıcılık ve fedakarlıkları için ve son olarak değerli patronlarımıza bize özgür bir çalışma ortamı sağlayıp arkamızda durdukları için tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum. Bu işi birlikte başardık."

Bu alışılmadık derecede samimi üslup çok hoşuma gitmişti. Fakat esas ilgimi çeken şey biraz araştırmaya çalıştığımda hiçbir şey bulamamam oldu. Gerçekten de bu adam hakkında temel bilgilerin dışında hiçbir şey bulunamıyordu. Kendisiyle görüşmek istedim. Arayıp asistanından iki hafta sonraya randevu aldım. Ancak randevu tarihine iki gün kala önemli bir yurtdışı gezisi münasebetiyle randevunun iptal edildiğini bildirdiler. Ben de bu sürede boş durmuyordum. Mezun olduğu okulların yıllıklarına ulaşıp hayatı boyunca etrafını çevreleyen insanların bir şemasını oluşturdum. Bulduğum insanlar, bağlantılar gittikçe tuhaflaşıyordu. Peşinde olduğum şeyin değerini bırak neyin peşinde olduğumu dâhi bilmiyordum. Bugün geldiğimiz noktaya varacağımızı hayal bile edemezdim. Çevresiyle teker teker bağlantı kurdum ve onlara yazı dizisinden bahsedip, görüşmek istediğimde mutlulukla kabul ettiler. Konuşmaya başladıktan sonra da yeni bağlantılar elde edip asla tahmin etmediğim bilgilere ulaştım. Daha fazla ön bilgi paylaşmak yerine bu bilgileri paylaşmak daha anlaşılır olacaktır.

Bu tefrikanın devamında Mehmet Kırımlı ile tanışacaksınız.

Bilge Karayel
İstanbul, 2015.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Hatırlanmayan Zamanlardan XII / Gitmeye Övgü


sustu.

“Senin hissettiklerin hep sevilmeye dair şeyler. Sevmek tutkun öyle az ki… bu yüzden de bir türlü huzur bulamıyorsun” diyemeyeceğinden.

ona, kaygılarıyla yüzleşmesini sağlayacak, kendisini tanımasının yolunu açacak konuşmayı yapamayacağından.

dayanamayacağından.

yani... işte.

çünkü bazen,

öyle acır ki… 

yerini hissedersin yüreğinin.


Eylül 2, 2015. / Eskişehir.