30 Ekim 2012 Salı

elif mi diyordu

zamanı fazla, iyiliği daha yeni
arkadaş merhabasına karışıyor gülüşün
gözlerini ayırmıyorsun üzerimden, şanslısın
benim öyle bir vaktim olmadı pek
bir iki saniyeden küçük zaman
gözlerimi kaçırmadan önce
bırakmayayım dediğimde
sen de az inatçı değilsin

bu ne fena bakmak hem ne bela
sandım ki,
gözlerini bende unutacaksın
ilk değil kahve sırasında kalışı aklımın
azını gece yastığıma, uykuma taşıdım

elif mi diyordu sana yanındaki
değil miydi, iki ismin vardı belki de
ne inatçısın diyordum, ne güzel inat hem
ne belaymışsın, ne fena bakıyormuşsun
ha bu arada,
gözlerini bende unutmuşsun

                                             nişantaşı, ekim 2012

16 Ekim 2012 Salı

Karayel

       "Hiç keşke dediğin oluyor mu?" demiştin sesini son duyduğumda.
      "Hep diyorum, ölsen de kurtulsam." O çok iyi bildiğim sessiz gülüşünün ardından, "Ben de seni seviyorum aşkım, akşam görüşürüz." deyip telefonu kapatmıştın.

       Beni böyle sevilmeye alıştırmayacaktın. Çünkü her seferinde daha iyisi, gittikçe daha az işe yarıyordu. Sen hiç vazgeçmedin. Benim hiçbir şeyin işe yaramayacağı günün gelmesinden korktuğumu anlamış gibi, bana o günün asla gelmeyeceğini kanıtlamaya çalışıyordun sanki. "Ben hep bir yolunu bulurum" diyordun, sahi sen hep bir yolunu bulurdun.

       En küçük mimiğimden, jestimden bütün ruh halimi anlardın. Nasıl devam ettin beni sevmeye? Gittikçe daha fazlasını isteyeceğimi, bir gün bana yetmeyeceğini bildiğin halde, niye vazgeçmedin, nasıl? Filmin sonunu bile bile nasıl devam edebildin? Her sabah o günaydın mesajlarını nasıl aynı güzellikte ve aynı heyecanla yazabildin? Benim her sabah, mesaj gelmeyecek sabahın merakıyla uyandığımı bile bile hem de.
       ..
       Uzundur mesaj gelmiyor.
       ..
       Ben hiç böyle hayal etmemiştim.

       Sen her şeyi bildiğini sanıyorsun ama ben de biliyorum. Mesela uzun aralıklı, kısa ayrılıklı, büyük kavgalarımızı yalan yere çıkardığını, sırf her şey güzel giderse sıkılırım diye arada bir damarıma bastığını biliyorum. Hatta sonunda kendimi kötü hissetmeyeyim diye, kendini haksız gösterecek bahaneler uydurduğunu da.. Tabi gök gürültüsünden bu yaşta bile korktuğumu yanına gelmek zorunda kalacağımı bildiğin için yastığı yorganı alıp içerideki puflarda yattığını da biliyorum. İyi de be adam, o gün hava durumu hava açık olacak demişti, o kara bulutları da sen getirmedin ya oraya kadar. Her neyse, ne güzel uyumuştuk puflarda, bir de ne gerek var pufa deyip duruyordun alırken. Yoksa..?

     Kızıyorum sana. Çok kızıyorum. "Giderim bak!" dediğimde, "Oldu canım görüşürüz.." dediğin ve gidemediğim için; ben her seferinde gidemeyip de sen âni, sessiz, ılık bir karayel gibi gittiğin için kızıyorum. Seni annemle, babamla tanıştırdığım için de kendime kızıyorum. Ölen ben olsam, kendi kızının ardından bu kadar ağlar mıydı annem?

       Bak şimdi yeni biri var hayatımda. Biliyorsundur gerçi, sen her şeyi biliyormuşsun. Bana asıl her şeyi bilen benmişim gibi hissettirsen de hep, aslında sen biliyormuşsun her şeyi. Neyse konuyu dağıtma. Bir kerede söyleyeceğim hepsini. Adı Emre. Beyoğlu'nda bir ev partisinde tanıştık. Seviyor sanırım beni. Üzerime düşüyor, senin gibi değil. Sen olsan kesin benden de bir şeyler beklerdin. Bir şey alacağı zaman, zevkimi bildiğinden, seveceğim bir şey alıyor. Senin gibi "Aşkım hangisini alalım?" diye sorup, sonra da kendi istediğinde ısrar etmiyor. Evet, en sonunda sen de benim beğendiğimi kabul ediyordun ama kanser ediyordun ulan beni. Al, iyi mi oldu o zamanları tartışarak harcadığımız. Böyle böyle yitip giden zamanları biriktirsek gecelerimiz, gündüzlerimiz olurdu. Sevişmek dediğimde kızardın, "ayıp kızım, herkesin içinde" derdin, aman ayıpsa ayıp bana ne. Tenine bir kere daha dokunacak zamanım olsaydı, bir kere daha öpseydin beni, içine alırmış gibi sarsaydın ayıp mı olurdu? Böyle ayıp mı olur Aşkım.

       Ha bu arada; en son göbek adımı mırıldanmışsın. Bana öyle diyorlardır, doğru değildir muhtemelen ama doğruysa geldiğimde kaçacak yer bul kendine. Ben sana herkesin içinde bana o isimle hitap etme demedim mi? Dedim. Sen ne yaptın? Sanki söyleyecek başka şey yokmuş gibi adımı söyledin. İyi halt ettin. 
       ..
    Geri gel, bana hep o isimle seslen. Tükürdüğümü yalamam bilirsin ama başta sana karşı çıktığım her konuda sonradan hakkını teslim ettim. Başta sevmediğim her şeyine, sonradan onlarsız yapamayacakmışım gibi sarıldım. Sormuştun ya, "Hiç keşke dediğin oluyor mu?" diye..
       ..
       "Hep diyorum, ölsem de kurtulsam.."
                                                                                         beşiktaş, ekim 2012.

9 Ekim 2012 Salı

Güz Bitmeden

       Dört mevsimi yaşayan şehirler her mevsim özlüyor, her mevsim bekliyor. Çok uzak yerlerde; sadece yazın , sadece kışın yaşandığı şehirlerde insan özlemekten vazgeçiyor olmalı. Buradaysa, dillerinde farklı şehirlerin günaydınları olan sevgililer gibi hep özlüyor, hep bekliyor insan.
       Kış güneşi ısıtmaktan başka bir umut için doğuyor biliyorum. Karanlık kentlerin soğuğu bambaşka. O.. üşüyor. O'nun karanlık şehrindeki; soğuk rutubet değil de, olsa olsa sıcak bir Ağustos nemi, hani birazdan Eylül gelecek sanki.
       En çaresiz kışın kadını.. En azgın ve suskun suyun, en ılık ıslanışların kadını.. Üzerine kar yağan nehrin kadını, cıvıl cıvıl bir yazın şen melodisini mırıldanıyor beyaz şehir sokaklarında. Teninin bilgeliğini katıyor çiçek kokusuna ve O kırlarda dolaştıktan sonra, hiçbir çiçek, çiçek gibi kokmuyor bir daha.
       Zehirli nehrin kadını.. Sıcacık bir sonbahar ikindisi rengarenk. Öyle güzel ki, susuyorum. Renklerini sevip, uzun zaman sonra ilk kez gülümsüyorum. Ben daha güzelliğine alışamadan renklerinin, o karalara bürünüyor, büyülüyor. Güzelden daha dolgun bir kelime arıyor dilim. Kadın.. diyorum. Nesli tükenen bir nehrin kadını.. Denize en hasret nehrin kadını..
       Sonbahar tutuyorum elimde. Belki bu sefer sarı olsun diyecek ama saklıyorum, saklanıyorum. Çünkü her güzün ardından kış geliyor. Ben güz bitmeden 'hoşça kal' diyorum. Çünkü sonbaharda dökülen yapraklar, kışın ölüyor. Güz bitmeden dökülüyor gülümsemem.

                                                                                        yıldız, ekim 2012

1 Ekim 2012 Pazartesi

gelecek


valizim elimde miydi?
yoksa elimi de,
kendimle birlikte içine mi tıkmıştım?
kendim..
bir çift ele dokunmaya korkan ellerim,
duvarların ardında iç çekişlerim,
yağmurda iliklerime kadar hüzüne boyanışlarım,
saçının kokusuna takılıp düşüşlerim,
eve geç kaldığımda söylediğim yalanlar.
ben.. kendim..

elma deyince çıkamadım, armut dediler gidiyorum.
ne geçtiğim ağaçları sayabiliyorum
ne de kutup yıldızını bulmayı biliyorum
söyleyecek bir yol şarkısı var aklımda
sözleri dilimin ucunda birazdan gelecek
bekliyorum..

gözlerimi kapatınca bir beyaz bisiklet görüyorum,
direksiyon kolunda sıcak ekmek kokusu,
koltuğunda gelecek var, dilinde annesi.
gelecek annemin kahvaltıya pedal çeviren küçük prensi.
yolun başında bekliyor babasının yüzüne batacak bıyıklarını
oturmuş altına çağla uğruna düştüğüm çiçekli ağacın..

gelecek;
hiç bilemeyeceğim,
hangi kirpiklerin arasında eziliş,
hangi dudakların gölgesinde hayat buluştur?
işte sırf bu yüzden,
zinciri atmış beyaz bisikletim elimde,
üstüm başım toz toprak,
yüreğim gece mavisi..

gelecek..
göz bebekleri büyümüş, biraz bekletecek..
                                                                    aralık 2010, istanbul