Dört mevsimi yaşayan şehirler her mevsim özlüyor, her mevsim bekliyor. Çok uzak yerlerde; sadece yazın , sadece kışın yaşandığı şehirlerde insan özlemekten vazgeçiyor olmalı. Buradaysa, dillerinde farklı şehirlerin günaydınları olan sevgililer gibi hep özlüyor, hep bekliyor insan.
Kış güneşi ısıtmaktan başka bir umut için doğuyor biliyorum. Karanlık kentlerin soğuğu bambaşka. O.. üşüyor. O'nun karanlık şehrindeki; soğuk rutubet değil de, olsa olsa sıcak bir Ağustos nemi, hani birazdan Eylül gelecek sanki.
En çaresiz kışın kadını.. En azgın ve suskun suyun, en ılık ıslanışların kadını.. Üzerine kar yağan nehrin kadını, cıvıl cıvıl bir yazın şen melodisini mırıldanıyor beyaz şehir sokaklarında. Teninin bilgeliğini katıyor çiçek kokusuna ve O kırlarda dolaştıktan sonra, hiçbir çiçek, çiçek gibi kokmuyor bir daha.
Zehirli nehrin kadını.. Sıcacık bir sonbahar ikindisi rengarenk. Öyle güzel ki, susuyorum. Renklerini sevip, uzun zaman sonra ilk kez gülümsüyorum. Ben daha güzelliğine alışamadan renklerinin, o karalara bürünüyor, büyülüyor. Güzelden daha dolgun bir kelime arıyor dilim. Kadın.. diyorum. Nesli tükenen bir nehrin kadını.. Denize en hasret nehrin kadını..
Sonbahar tutuyorum elimde. Belki bu sefer sarı olsun diyecek ama saklıyorum, saklanıyorum. Çünkü her güzün ardından kış geliyor. Ben güz bitmeden 'hoşça kal' diyorum. Çünkü sonbaharda dökülen yapraklar, kışın ölüyor. Güz bitmeden dökülüyor gülümsemem.
yıldız, ekim 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder