6 Eylül 2012 Perşembe

Tarçınlı Kurabiyeler

Benim saatim Saat Kulesi’ne ayarlı. Uzak kelimesinin ne kadar çok mahrumiyet ve aslında bir o kadar da mahremiyet içerdiğini anlayabileceğim diyarlarda bile dokunmadım yelkovanına. Bilirsin tarih gösteren saatleri tam aylarda bir gün ileri döndürmek gerekir. Hayır, yalan söylemiyorum. E öyle yapmayıp 3 gün geri kalsaydım senin günaydınlardan daha mı iyiydi? Ah, ağzımdan kaçırdım.

            Karanlıktan da koyu bir kelimenin yerini alıyor susuşum. Öyle eksik ki.. Öyle eksiğim ki, koyuluk konusunda yetim bir karanlık, daha da eksik bir kelimeyi aramaya itiyor beni. Olmam gerektiğinden daha suskun bir haldeyim. Bir daha hiç konuşmayacakmış gibi değil de, sanki daha önce hiç konuşmamış gibi.

            E hani nerede tarçınlı kurabiyeler? Tarçınlı ruj mu aldın? Daha doyurucuymuş, bundan sonra hep bundan yiyelim. Evet, biliyorum, en güzel tarçınlı dudaklar seninkiler, pardon kurabiyeler.

            Daha güzel gösteren bir pusulamız olsaydı.. Belki o zaman şişman gösteriyor diye aynayı suçlamazdın. En masum oyunumuzdu bu, yalancı suçlularımız başrolde. İpliği iğneye takamamak kadar olağan beceriksizlikler, hani kızamazsın bile. Ama illâ bir şey yapmak lazım değil mi?

            Çok ilginç şeyler öğrenmişim farkında olmadan. Bakış nasıl okşanır, gülümseme nasıl yudumlanır, koku nasıl gülümsemeye dönüşür ve nasıl tekrar bakış olarak gözlerine yerleşir. Daha önce de biliyordum, yalan değil. Ama sanki ilk kez yapıyormuşum gibi gelmişti, demek ki bir sonraki de özel olabilecek. Tekrar gülümseyebilmemin nedeni bu olmalı herhalde. Yanlış anlama, seninle alakası yok. Zira sana bakarken bir daha hiç gülümseyemeyecekmiş gibi hissettiğim için, bitti.

            İyi ki de susuyorsun, de.. Hakkın var. Öğreniyorum.
                                                                                bodrum, eylül 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder