"Ayağıma diken battı."
"Ne alaka ya, ne dikeni? N'apıyon acaba sen, söyle n'apıyon gecenin bu saatinde?"
"Yatıyorum."
"Nerede?"
"Yatakta."
"Ne işi var yatakta dikenin! Eskiden mi batmıştı, onu mu ima ediyorsun? Yine mi kelime oyunu? Oyucam ama o gözlerini artık."
"Ha, evet. Geçen yaz batmıştı. Ondan önceki yaz da çivi batmıştı. Ama en çok cam kesiği acıtıyor. O da ondan iki yaz önceydi. Üniversiteyi kazandığım yaz. Her akşamüstü yaptığımız mahalle maçlarında, sırf Pelin'e yaranmak için küçük kuzenini kaleye aldığım yaz. Ve bir maç bile kazanamadığımız yaz. Çocuk tam bir kovaydı. Üniversite sınavları açıklandığında Pelin, Ankara'yı kazanmış ama bana İstanbul dedi. Sonra ortaya çıktı tabi. Neden böyle bir şey yaptığını sorduğumda da, "Seninle İstanbul hayalleri kurmak güzel oluyordu" dedi. "Ne yani Pelin, Ankara hayallerinin arasında bana yer yok mu?" Cevabı sanki daha önce düşünmüştü: "Gerçekçi olmamız lazım." "Pelin," dedim, "Gerçekçi olmak için çok küçüğüz." Cevap vermedi, sustu. Ben de dönüp gittim. Eve girerken, hırsımı babamın çürüdüğü için bahçeye çıkardığı cam kapaklı dolaptan çıkardım. Cam boydan boya ayağıma girdi. Yirmi yedi dikiş atıldı. (Sekiz. Yalan söylüyorum.) O yüzden en kötüsü cam kesiği. Hem de size boş hayaller kurdurtan bir dolabın kapağındaysa..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder