Kapı
çalıyor. Gözlerimi açtım. Telefonun alarmıymış. Bizim yumurcaklar değiştirdi
herhalde alarm sesini. İyi de olmuş. Bir sürü güzel şarkıyı dinleyemez oldum bu
yüzden. Öyledir, bir kere alarm sesin oldu mu, bir daha eskisi gibi
dinleyemezsin o şarkıyı. Alarm sesidir artık o. Düşündüm de.. ne çok şey var
eskisi gibi olmayan.
Dayımla
yengem bendelerdi bir haftadır. Dayım üniversitede okuduğum zamanlar söylerdi: “Çok
gelmek istiyorum senin eve. En son seksen altıda tezkereyi aldık, gidiş o
gidiş. Çok değişmiştir şimdi oralar.” Sonra başlardı askerlik anılarını
anlatmaya.. İstanbul’u anlatırdı, kendi aklındaki hâliyle. Ona göre Beykoz da
Avrupa yakasındaydı ama hiç bozmazdım.
Geçen
ofisteyken Nazlı sordu, tatilde memlekete gidecek misiniz, diye. O an ampul
yandı kafamda. Hemen aradım.
“Dayıcım
nasılsın?”
“Ohooo!
İyiyim koçum, sen nasılsın? Kar yağmaya başladı mı?”
“Şükür
dayıcım. Vallahi daha kuru soğuk var ancak ama şansınıza haftaya yağar belki.”
Şaşırdı
dayım. Anlayamadı. Aklına geldi bu sürpriz belki ama konduramadı. O kekelerken
ben uzatmadım daha fazla: “Cuma kapanıyormuş çocukların okulu. Cumartesi akşamı
uçağınız, Pazar kahvaltısını da Çengelköy’de yaparız.”
“Allaaahh..
Oğlum olur mu öyle şey yahu.”
“Olur,
olur. Aldım zaten biletlerinizi. Birol Kaptan bakıversin bir hafta kahvehaneye.”
“Baksın
tabi ya. Biz de yeğenimizin evini görelim bi. Ne zamandır istiyordu yengen de.
Annen anlatır durur her geldiğinde.”
“Çocuklara
da söylemeyin sürpriz olsun, karne hediyesi.”
“Esas
onlar uçacak zaten havalara. Vallahi ne iyi ettin, sevindirdin bizi.”
“Ben
iyi bilirim şubat tatilinde bütün sınıf şehir dışına tatile giderken, siz ne yapacaksınız,
denildiğinde susup geçiştirmeyi. Yalan söylediğim bile oldu. Bu tatil onlar da
hayallerini yaşasınlar.”
“Ah
oğlum, gök sevinç olacaklar. Ben yine söylemeyeyim de, başka çocukların boynunu
bükmesinler.”
Böyle
de düşüncelidir dayım, içlidir. Kimse kırılsın istemez. Küçükken dedem ayda bir
ancak et alabilirmiş eve. Üç çocuk birden pirzola pişecek günü beklerlermiş.
Sofrada da herkesin tabağından birer tane alırmış dayım. Sonra kıyamaz, herkese
geri dağıtırmış. Ne iyi ettiler de geldiler.
Berk
ile Yağmur’un mutlulukları yüzlerinden okunuyordu havalimanında. Hele bir
sarılışları vardı ki.. Yağmur akşama kadar “Anne erkenden gidelim, uçağı kaçırmayalım”
deyip durmuş. “Çocuklar da biz de sayende uçağa bindik” dedi yengem. Dayım da
Berk’e takılıp duruyordu: “Ulen sen benim oğlum değilsin. Erkek adam uçaktan
korkar mı? Bak kardeşine, sesi çıkmadı.” Alarm sesini de Yağmur değiştirdi
herhalde. Şimdi uzun bir süre, her sabah uyandığımda Yağmur gelir aklıma, iyi
oldu böylesi.
Ben
yatakta dönüp dururken, ertelediğim alarm çaldı. Saat 06:00. Erteleyeceğimi
bildiğimden 05:45’e kuruyorum. Yağmur diyordu, “Abi bu saatte uyanılır mı,
kurtlar, kuşlar uyuyordur daha.” Erken kalkınca gün öyle bereketli oluyor ki.
Koşu, duş, kahvaltı, gazete derken saat ancak 08:00 oluyor. Kimilerinin alarmı
o saatte çalıyor mesela. Tabi, bir de daha erteleyecekler. Böyle demedim tabi
Yağmur’a. Öptüm alnından, “Hadi sen uyu bakalım, ben kuşları uyandırıp
geliyorum.”
Spor
ayakkabılarımı giydim. Üzerime ince rüzgârlığımı aldım. Kapıyı sessizce çektim.
İçeride kimse yok hâlbuki ama alışkanlık işte. Bu saatte kesin birileri
uyuyordur. Koşudan dönerken yine esnafa günaydınlar saçarak geçtim çarşıdan. Asım
Usta yeni hazırlıyordu enfes dönerini. Onun dükkânının önünde durdum, ayaküstü
hoş beş. Akşamüstü kapatırken gel de bir çay içelim, dedi. Döner yemeye
gelmiyorum diye de sitem etti. Bilmeyen arkadaşlarımı getiriyorum ya Usta,
onlarlayken yiyorum, diye gönlünü almaya çalıştım. Giderken arkamdan seslendi;
geçen gün beraber geldiğim kumral kız güzelmiş. Hınzır hınzır gülümsedik. Bekârlığım
rahatsız mı ediyor acaba mahalleyi?
Bakkala uğradım. Günaydın bakkal
amca, diyemedim. Koca adam oldum ya artık. Yılların bakkal amcası, benim İrfan
Abim olabiliyor ancak. Dayım da dedi geçen gün, kocaman adam oldun, doğumun dün
gibi aklımda, diye. Annemle babam hep diyorlar. Bana kimse öğretmedi kocaman
adam olmayı. İstemedim de zaten. Kocaman adamların hiçbir şey yapmaya hakkı
yok. Salıncağa binemiyor kocaman adamlar, aylak aylak gezemiyorlar.
Yürüyemeyecek kadar sarhoş olamıyorlar. Şöyle oturup hıçkırarak ağlayamıyorlar.
Ben sayfaları diğerlerinden daha kolay çevrilen gazetemi aldığım sırada küçük bir
çocuk girdi içeri. Bakkal amca babam iki ekmek bir de kırmızı marlboro istiyor,
dedi. Kıskanacak oldum, babamın sözleri geldi aklıma: “Sen kocaman adam oldun
artık, bırak oyuncaklarını kardeşin oynasın. Kıskanacak yaşı çoktan geçtin.”
Hatta daha dün aynı cümleyi dayım, Berk’e söyledi. Doğru, kocaman olunca
kıskanamıyor da insan. Düşünceli düşünceli cam şişedeki süte uzanırken sordu
İrfan Abi:
“Hayırdır, dalgınsın bu sabah.”
“Yok be İrfan Abi, boş şişeyi
getirmeyi unutmuşum da, akşamüstü bıraksam olur mu?”
-bakkalamca.
/ 5aralık2012.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder