11 Mart 2013 Pazartesi

Bakkal Amca


                Kapı çalıyor. Gözlerimi açtım. Telefonun alarmıymış. Bizim yumurcaklar değiştirdi herhalde alarm sesini. İyi de olmuş. Bir sürü güzel şarkıyı dinleyemez oldum bu yüzden. Öyledir, bir kere alarm sesin oldu mu, bir daha eskisi gibi dinleyemezsin o şarkıyı. Alarm sesidir artık o. Düşündüm de.. ne çok şey var eskisi gibi olmayan.
                Dayımla yengem bendelerdi bir haftadır. Dayım üniversitede okuduğum zamanlar söylerdi: “Çok gelmek istiyorum senin eve. En son seksen altıda tezkereyi aldık, gidiş o gidiş. Çok değişmiştir şimdi oralar.” Sonra başlardı askerlik anılarını anlatmaya.. İstanbul’u anlatırdı, kendi aklındaki hâliyle. Ona göre Beykoz da Avrupa yakasındaydı ama hiç bozmazdım.
                Geçen ofisteyken Nazlı sordu, tatilde memlekete gidecek misiniz, diye. O an ampul yandı kafamda. Hemen aradım.
                “Dayıcım nasılsın?”
                “Ohooo! İyiyim koçum, sen nasılsın? Kar yağmaya başladı mı?”
                “Şükür dayıcım. Vallahi daha kuru soğuk var ancak ama şansınıza haftaya yağar belki.”
                Şaşırdı dayım. Anlayamadı. Aklına geldi bu sürpriz belki ama konduramadı. O kekelerken ben uzatmadım daha fazla: “Cuma kapanıyormuş çocukların okulu. Cumartesi akşamı uçağınız, Pazar kahvaltısını da Çengelköy’de yaparız.”
                “Allaaahh.. Oğlum olur mu öyle şey yahu.”
                “Olur, olur. Aldım zaten biletlerinizi. Birol Kaptan bakıversin bir hafta kahvehaneye.”
                “Baksın tabi ya. Biz de yeğenimizin evini görelim bi. Ne zamandır istiyordu yengen de. Annen anlatır durur her geldiğinde.”
                “Çocuklara da söylemeyin sürpriz olsun, karne hediyesi.”
                “Esas onlar uçacak zaten havalara. Vallahi ne iyi ettin, sevindirdin bizi.”
                “Ben iyi bilirim şubat tatilinde bütün sınıf şehir dışına tatile giderken, siz ne yapacaksınız, denildiğinde susup geçiştirmeyi. Yalan söylediğim bile oldu. Bu tatil onlar da hayallerini yaşasınlar.”
                “Ah oğlum, gök sevinç olacaklar. Ben yine söylemeyeyim de, başka çocukların boynunu bükmesinler.”
                Böyle de düşüncelidir dayım, içlidir. Kimse kırılsın istemez. Küçükken dedem ayda bir ancak et alabilirmiş eve. Üç çocuk birden pirzola pişecek günü beklerlermiş. Sofrada da herkesin tabağından birer tane alırmış dayım. Sonra kıyamaz, herkese geri dağıtırmış. Ne iyi ettiler de geldiler.
                Berk ile Yağmur’un mutlulukları yüzlerinden okunuyordu havalimanında. Hele bir sarılışları vardı ki.. Yağmur akşama kadar “Anne erkenden gidelim, uçağı kaçırmayalım” deyip durmuş. “Çocuklar da biz de sayende uçağa bindik” dedi yengem. Dayım da Berk’e takılıp duruyordu: “Ulen sen benim oğlum değilsin. Erkek adam uçaktan korkar mı? Bak kardeşine, sesi çıkmadı.” Alarm sesini de Yağmur değiştirdi herhalde. Şimdi uzun bir süre, her sabah uyandığımda Yağmur gelir aklıma, iyi oldu böylesi.
                Ben yatakta dönüp dururken, ertelediğim alarm çaldı. Saat 06:00. Erteleyeceğimi bildiğimden 05:45’e kuruyorum. Yağmur diyordu, “Abi bu saatte uyanılır mı, kurtlar, kuşlar uyuyordur daha.” Erken kalkınca gün öyle bereketli oluyor ki. Koşu, duş, kahvaltı, gazete derken saat ancak 08:00 oluyor. Kimilerinin alarmı o saatte çalıyor mesela. Tabi, bir de daha erteleyecekler. Böyle demedim tabi Yağmur’a. Öptüm alnından, “Hadi sen uyu bakalım, ben kuşları uyandırıp geliyorum.”
                Spor ayakkabılarımı giydim. Üzerime ince rüzgârlığımı aldım. Kapıyı sessizce çektim. İçeride kimse yok hâlbuki ama alışkanlık işte. Bu saatte kesin birileri uyuyordur. Koşudan dönerken yine esnafa günaydınlar saçarak geçtim çarşıdan. Asım Usta yeni hazırlıyordu enfes dönerini. Onun dükkânının önünde durdum, ayaküstü hoş beş. Akşamüstü kapatırken gel de bir çay içelim, dedi. Döner yemeye gelmiyorum diye de sitem etti. Bilmeyen arkadaşlarımı getiriyorum ya Usta, onlarlayken yiyorum, diye gönlünü almaya çalıştım. Giderken arkamdan seslendi; geçen gün beraber geldiğim kumral kız güzelmiş. Hınzır hınzır gülümsedik. Bekârlığım rahatsız mı ediyor acaba mahalleyi?
    Bakkala uğradım. Günaydın bakkal amca, diyemedim. Koca adam oldum ya artık. Yılların bakkal amcası, benim İrfan Abim olabiliyor ancak. Dayım da dedi geçen gün, kocaman adam oldun, doğumun dün gibi aklımda, diye. Annemle babam hep diyorlar. Bana kimse öğretmedi kocaman adam olmayı. İstemedim de zaten. Kocaman adamların hiçbir şey yapmaya hakkı yok. Salıncağa binemiyor kocaman adamlar, aylak aylak gezemiyorlar. Yürüyemeyecek kadar sarhoş olamıyorlar. Şöyle oturup hıçkırarak ağlayamıyorlar. Ben sayfaları diğerlerinden daha kolay çevrilen gazetemi aldığım sırada küçük bir çocuk girdi içeri. Bakkal amca babam iki ekmek bir de kırmızı marlboro istiyor, dedi. Kıskanacak oldum, babamın sözleri geldi aklıma: “Sen kocaman adam oldun artık, bırak oyuncaklarını kardeşin oynasın. Kıskanacak yaşı çoktan geçtin.” Hatta daha dün aynı cümleyi dayım, Berk’e söyledi. Doğru, kocaman olunca kıskanamıyor da insan. Düşünceli düşünceli cam şişedeki süte uzanırken sordu İrfan Abi:
“Hayırdır, dalgınsın bu sabah.”
“Yok be İrfan Abi, boş şişeyi getirmeyi unutmuşum da, akşamüstü bıraksam olur mu?”
                                                                                      -bakkalamca. / 5aralık2012.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder