30 Aralık 2013 Pazartesi

Ayraç II: Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri.

İkinci sayıda ayracına göz atacağımız kitap; Çocukluğun Soğuk Geceleri. Kimi okurlar sevdikleri yazarların tüm kitaplarını okumayı alışkanlık hâline getirirler. Tüm kitaplar bittikten sonra, eğer yazarın yeni bir kitap yayımlama imkânı yoksa, yani bu sayıdaki kitabımızın yazarı Tezer Özlü gibi soğuk ’86 yılının bir kış günü çocukluğundan çok uzakta bir şehirdeyken bizi bırakıp gitmişse mesela, insanın içini derin bir hüzün kaplar. Tezer Özlü için birçokları gibi ben de saf bir bencillikle ‘keşke daha uzun yaşasaydı, daha çok okuyabilseydik’ diye düşünüyorum. Ancak yazdıklarının neredeyse tamamı kendi yaşamından kesitler, düşüncelerinin yahut hayallerinin devamı olan bir insan söz konusuysa eğer ve her okuduğunuzda aklınızda, içinizde bir yerde hüzün sancıları duyumsuyorsanız, 'bırakalım rahat uyusun' da demek istiyor insan.

Tezer Özlü; kısa yaşamında –ki asla yeterince uzun olmayacak- insanlığa sunduğu, benzer ve zıt duyguları, saflığı, derinliği ve gerçekliği birlikte barındıran anlatımıyla kendisi için sonsuzluğu yakalamış bir yazar.

Kendi adıma da… Sıklıkla cümleye ‘ve’ bağlacıyla başlaması ve cümleyi yüklemsiz bitirmesi gerekliliği duygusunu onunla paylaşıyorum. Çünkü hep ‘daha önce’si vardır ve her zaman ‘son’ olmayabilir…

---

Notlar:

s. 7.  - “Şimdi taşrada değiliz. Geniş tahta evler arasındaki meyve bahçeleri sessiz kasabalarda kaldı. Ve sessiz kasabalar da 50’lili yıllarda.”

s. 14. - “Bunni eski giysileri çok seviyor. Hiç yeni giymiyor. Altmış yıl süresince önemli günlerde bohçadan çıkarıp giydiği bir yeşil ipekli giysisi var. Gözleri gri mavi. Yüzü bumburuşuk. Yetmiş yıldır hiçbir erkekle yatmadı. Yaşamayı seviyor. En çok kendi cenaze törenini merak ediyor.”

s. 15. - “Ailemizde bir gelenek var. Ölülerimizi gömdükten sonra, mezarlarını yaptırmıyoruz. Hiçbirimiz de mezarlığa uğramıyoruz. Ölüm kesin bir sınır olmadığı için mi?”


s. 24. - “Hiç düşündünüz mü? Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü. O yılları bize öldürecek biçimde yaşattılar.”

s. 25. - “Bu denli çözümsüz, dış olgulara bağımlı bir yaşamın içinde olmamak ne büyük bir mutluluk. O esir. Her gün yaşlanmaya, her gün kafasından ve gövdesinden bir şeyler yitirmeye esir. Her gün gelişen, her gün büyüyen, tüm çağlara varan bir bağımsızlığın, nesnelere dayanmayan bir özgürlüğün mutluluğuna hiç varamayacak. Anadili bile gelişmemiş. Düşünceleri, insan varoluşunun gerçeğini kavramaya yeterli değil.”

s. 33. - “Yazmak istiyorum. Ama her zaman yaşamın günlük hareketliliklerini yeğliyorum. Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum. Kısacık anlarda çeşitli olayları, insan varoluşunun özünü, zaman ve duyguları sınırsızlık içinde derinliğine düşünen insanlar çok mu? Bilmiyorum. Bir an, zamanları, olayları, duyguları, dağları, kalın gövdeli, büyük dallı ağaçları, yeşil mavi Akdeniz’i, uzantısındaki okyanusları, okyanuslarla ufuklarda birleşen yıldızlı gökyüzünü ve dağların ardından yükselen güneşi aşan olaylarla dolu.”

s. 40. - “Çünkü sinir hastalığı da bulaşıcı bir şey. Hem öyle mikrop almakla değil, bir insanın umutsuzluğunu derinden algılamakla bile geçebilir.”
        
        “Anlatamayacağım. Bu insanlar “Guguk Kuşu” filmini de, bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de aynı gözle seyredebiliyorlarsa, elimden ne gelir?”

s. 57. - “Onunla birlikte hiçbir şeyim ölmedi. İnsan ölümünü kendi kendine ölüyor.”

s. 60. - “… yeniden sevmek istiyorum. Masmavi gözleri var. Onu sevmeyi bir tutku haline dönüştürüyorum. Bu sevgide tüm sevgilerim, sevebilme gücüm var. Gelecekteki sevgileri de yaşar gibiyim. Geçmiştekileri de.”

---

Bodrum. / aralık 29, 2013.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder