Ayraç; kitap okurken kaldığım
sayfadan devam edebilmek için kitabın arasına koyduğum ve üzerine notlar
aldığım, genellikle çeyrek A4 boyutundaki kâğıtları kullanarak, her yeni sayıda
bir kitaba göz atacağımız edebiyat çalışmasıdır.
İlk Ayraç'ta alıntılara yer
vereceğim kitap, başlıktan da malumunuz olduğu üzere Tutunamayanlar. İlk yazı
için bu kitabı seçmemin nedeni ne kitaba ya da yazara olan sevgim, ne de yarın
yazarın ölüm yıl dönümü oluşu... Sadece Tutunamayanlar'ı, Selim'i, Turgut'u,
Süleyman'ı, Oğuz Atay okumayı çok özledim.
Mutlaka aranızda ilk defa bir
Oğuz Atay kitabı okuyacak, ilk kez bir Oğuz Atay cümlesiyle karşılaşacak
olanlar vardır. İyi bilmelisiniz ki biz; Oğuz Atay’ın düşünce sisteminden ve
duygusal anlayışından parçaları kendi hayatımızda bulmuş insanlar olarak,
yazarın diliyle ilk kez tanıştığımız o anı özleyerek yaşıyoruz. Hem de o ilk
andan beri… Ve sizi çok kıskanıyoruz.
Oğuz Atay’dan, Tutunamayanlar’dan
ve bundan sonraki Ayraç’larda da notları paylaşılacak eserlerden ayrıntılı
olarak bahsetmeyeceğim. Siz okuduktan sonra bir kahve yaparsınız sohbet ederiz.
İyi okumalar.
---
Notlar:
s. 60. -
Selim ile Turgut’un konuşmaları, Dostoyevski ve Humiliation meselesi.
s. 64. - “Yalnız
konuşulan kelimeler geçerli demek. Gerisi insana kalıyor. İnsana, onun öz
varlığına. İstersen, içine dönük olabilirsin.”
s. 72. - “Hayatın
Koordinatları deyiminden kısaca şunu anlıyoruz: bir insanın, belirli bir
zamanda, belirli bir yerde ve belirli şartlar altında ne yapmış olduğunu
bilirsek bu bilinenlerle, yani hareket ve zaman boyutlarının önceden
tesbitiyle, bu verilere dayanarak yazılan ve sabit katsayıları, o insanın tayin
edilmiş özellikleriyle belirlenen denklemlerin, zaman değişkenine göre çizilen
eğrileri, bize o insanın ilerde ne gibi şartlar altında ne yapacağını gösterir.
Şimdiye kadar yaptığım incelemeler, dokuz bilinmeyenli, yani dokuz eksenli bir
sistemde bir insanın bütün hayatının denkleminin yazılabileceği ve buna
istinaden de, hayatın koordinatları metoduyla varlığının ifade edilebileceği
merkezindedir. Böylece, insan hayatına ait bütün meselelerin önceden, yani
yaşanmadan, çözülebilmesi imkân dahiline giriyor.”
s. 94. - “Bana bugün,
ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin,
diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu
olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.”
s. 97. - “Ben, sadece
namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele
götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa,
çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için.”
s.110. - “Kelimeleri,
daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz
duygularımıza dokunursa.”
s. 113. - “Şu anda, sana
güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim,” dedi:
“Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma
çok sevindim kendi çapımda.”
s.133. - “Oysa, mesela
Selim Işık / Anlatmadan anlaşılmaya aşık”
s. 151. - “Önce Kelime
vardı,” diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı.
Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık... Kelimenin bittiği
yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı
unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler,
Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler
acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü,
dayanılmaz oldu.
s. 222. - “Bir gün bütün
değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu
sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar
utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.”
s. 225. - “Ve biz onlara
diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar
yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım
yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve
çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler
çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler.
Biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları
bizden sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık…”
ve devamı, mısra 463’e kadar.
s. 328. - “Lavoisier
Kanunu var: hiçbir şey yok olamaz durup dururken. Kanun, adamdan hesap sorar;
nereye gitti, diye. Pencereyi açtı, aşağı sarktı. Başka kanunlar da var
diyorlar. Lavoisier Kanununda toplam
ağırlık sabit kalırmış. Peki Selimlik? Onu nasıl tartacaksınız? Neden kimse
üzerine almıyor bu özelliği? O halde haksızsınız. Bu kadar insan bir araya
gelip bir Selim olamıyorsunuz.”
s. 349. - “Ölümü bilerek
yaşamak istiyorum Olric. Yaşamanın anlamını bilmek için, ölümün anlamının
karanlıkta kalmasını istemiyorum.”
s. 384. - “Kitaplar
yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey,” derdi, “Sanki hepsi benim için
yazılmış…”
s. 451. - “Aşk sağlığı
enstitüsünün bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on altı
muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma (bunun bin sekiz yüz
yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dört yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi
(parklar, kırlar, adalar v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı
tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin (bültende Selim’in adına
rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasında düşünebiliriz.) Gizli aşk
sayısının da, ihtimal hesaplarına göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin
ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak)
yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme, kırk dört bin otobüs ya da
dolmuşta hafifçe temas, dört bin iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz
elli eve kadar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece (bu
sayı kesin) sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park
bekçileri, seksen iki bin kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri
tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre
de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde
uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini
zarar, yarım milyon lira civarında.”
s. 460. - 15. Bölüm;
beyninde ne varsa açık seçik görebiliyorsunuz. Bunu göstermeyi, yazıyla
anlatabilmeyi başarması inanılmaz.
s. 591. - 19. ve 20.
Bölümler kitabın efsane bölümleri arasında.
s. 607. - “Her anı, ne
yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsaade.”
s. 643. - “…kafamda kurulu
bir makine vardı ve bu makine, durmadan, ara vermeden düşünceler, izlenimler
sıralıyordu. Bu makinenin idaresi benim elimde olsaydı, yalnız istediğim
şeyleri, istediğim sırada düşünebilseydim neler başarmış olacaktım. Kafamda bir
sürü süprüntü düşünce olmasaydı, bazen benim bile beğendiğim düşüncelerle dolu
olsaydı beynim... Kaybediyordum; düzensizlik ve duruma hâkim olamamak yüzünden
kaybediyordum.”
s. 671. - “Bir insan
eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi bir tekme atamazsa insanlığı nerede
kalır? Eşya da isyan eder mi insana? İnsan mahkemelerinde eşyalar davayı
kazanır mı?”
s. 688. - “Ne diyorlarsa,
yalnız onu demek isteyenler için geliştirilmiş düşünce ve ifade kuralları ne
zaman bulunacak?”
s. 689. - “Seninle
olmuyor, diye kestirip attınız. Zamanın yetersizliğinden söz ettiniz. Oysa ben
çoğu zaman yapacak bir iş bulamadım. Bu kadar zamanı siz ne yapıyordunuz? Biraz
da siz öğretebilirdiniz bana. Önce alırdınız beni, istediğiniz biçime
sokardınız, sonra da şöyle yap, böyle yap, derdiniz. Hangi kitaplar okunacaksa,
daha önceden söylerdiniz. Tabiatı sevmiyorsun; eşyaya bakmasını bilmiyorsun.
Tamam. Bütün otların adları ezberlenirdi, ay doğarken iç çekilirdi, duvarın
üstündeki kedi okşanırdı (bu sırada yüze en canım bir ifade verilirdi); benim
değişme gücüme kimse inanmadı. Sonunda ben de inanmadım. İşte böyle can sıkıcı
biri oldum sonunda gerçekten.”
s. 718. - “Sizinle
bütünüyle aynı düşüncedeyim; fakat aynı duyguda olduğumu söyleyemem.”
---
Oğuz Atay, arkadaşlarıyla oturdukları bir gece lavaboya gitmek
için izin istemiş. Uzun süre geçmesine rağmen geri dönmeyince arkadaşlarından
biri gidip iyi olup olmadığını sormuş. Oğuzcuğum Atay içeriden, “Sevinmeyin,
daha ölmedim” der. Aradan yine bir süre geçer, Atay yine yoktur. Tekrar banyoya
koşarlar, Oğuz Atay’ın cansız bedeniyle karşılaşırlar. Yani Oğuz Atay’ın son
sözleri: “Sevinmeyin, daha ölmedim”dir.
Bodrum. / 12 Aralık 2013.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder