26 Ocak 2014 Pazar

hatırlanmayan zamanlardan VII / bordo

her sabah sokağın köşesinden önce soluğu dönüyor. en son da saçları... 

---

sanırsın seke seke bir kuş yürüyordu yanımda. ben o günden beri her yere kanat çiziyorum.

---

sonra sen geliyorsun
güzel olan nen varsa
taze bir bal gibi aralıksız
gözlerinden damlıyor
bu yürek bu bedene nasıl sığıyor diyorum.

---

senin burada olmadığın zamanlar fotoğraflarına bakıyorum, yazdıklarını okuyorum. yazdığın elmacık kemiklerinin benim olma ihtimaline seviniyorum. başka bir yerde sarı sakallardan bahsetmişsen kırılıveriyorum.

geçen sizin dükkanın önünden geçtim. Allahım! nasıl da benziyorsun annene. gözlerine bakarken sana bakıyorum hissine kapıldım. olmadığını farkettiğimde dizlerim çözüldü.

senin ardında bıraktıklarınla idare ediyorum aylardır. hele bir ses kaydın olsaymış, bir video kaydın hatta.. mesela her zamanki gibi gülmeyi abartırken bir görüntün, kameraya el sallarken, dönüp omzunun üzerinden göz kırparken. ilk gelişinde yapalım bunu.

---

önce kıpır kıpır, çıplak omuzlarına dokunuyorum. sonra yüzümü avuçlarına alıyor, bordoya bulanan gülüşüme kan kırmızı eşlik ediyor. bir şeyler kımıl kımıl; gözlerimin içinde ve dudaklarının kenarında.

---

sessizlik çok eski zamanlarda yaşadı. ve acılar içinde öldü.. artık onu camında vintage yazan dükkanların vitrinlerinde dâhi bulamıyoruz.

---

insan duyduklarını bildikleriyle tartıyor. bilmediği şeyleri duysa bile..

---

şimdi birinin kalbine dokunmak isteseniz, yerinde bulamayabilirsiniz.

---

birçok güzel şey biterken de yaptığım gibi yazın bittiğini de bir türlü kabul edemiyordum. havalar iyice soğumuştu. iki tane pikeyi üst üste örtmüştüm ve iki tane pikeyle yatak arasında kıvrılıp büzüşmüş, tir tir titriyordum. çıplak yattığımdan değil yani. yüklükteki battaniyeyi çıkarmaya üşendiğimden de değil. esasında sorun, başka bir şehirde üniversite okuyan kardeşimin boş yatağının üzerindeki pikeyi ve yastığı almanın daha kolay gelmesiydi. dediğim gibi üşenmek değildi, daha kolay bir opsiyon olmasıydı sorun. iki pike beni ısıtmaya yetmeyebilirdi. aklıma gelmedi değil. fakat yetebilirdi de. bunu deneyimlemekten başka çarem yoktu. 

bence öğrenmenin en iyi yolu deneyimlemektir. babam bu huyuma uyuz oluyor. "ulan her şeyi deneyerek öğrenmeye kalkarsan ayvayı yersin, ben sana söyleyeyim -ben sana söyliyim (tam olarak böyle diyor) lafı meşhurdur, ortalama altı cümleden ikisinde kullanıyor- sen ne olduğunu anlamadan ömür de bitiverir. güzelce yaşayacak başka hayat da yok" demişti bir sefer.

"nereden biliyorsun?" demiştim.

"neyi?!"

"başka bir hayat olmadığını."

"Fesuphanallah! seninle konuşulmaz zaten" deyip gitmişti. böyle sürekli soru sorarak cevap veren insanlardan çok rahatsız olurum. ağzını burnunu kırasım gelir. babam, sorulardan ziyade umursamaz tavrıma sinirlenmişti o gün. o yüzden de ağzımı burnumu dağıtmadı herhalde. nihayetinde o da biraz oğlunun babasıdır.

nihayetinde iki pikeyle ve çıplak yatarsam üşüyeceğimi de öğrenmiştim işte. kendimi yataktan çıkmaya ikna etmeye çalışırken, yatağın içinde benimle birlikte bir şey daha titredi: telefonum. mesaj: "Hadi oglucum kahvalti hazirladim gel .s .) -Alındı: 04.10.2013 08.17 Gönderen: babane" 

babaannem varolduğuna inanılması güç bir kadındır. çok yönlü bir insandır ve bunu onunla olduğunuz her an hissedersiniz. geleneklere çok bağlıdır ama aynı zamanda sabahın köründe torununa garip karakterlerle süslediği bir kahvaltı mesajı atacak kadar da cep telefonuna hakimdir. liseyi bitirmeyişimi takmayan hatta beni okumamak konusunda yüreklendiren tek insan da o. bir keresinde "ben okumadım. deden de okumamıştı -kendisi okumadıydı diye telaffuz eder- herkes okuyacak diye bir şey yok. öbür türlü evlerimizi kim yapacak, ekmeğimizi kim yapacak. okumasan da ziyan yok. it uğursuz olma. bir meslek edin. benim hakkım sana helal" demişti. babaannem kendisini dünyanın merkezi sanar. fakat bu insanı pek rahatsız etmez. çünkü makul bir kadındır. benim için önemli olanın ondan helallik almak olduğunu sanması da bir nebze tatlı geliyor düşününce.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder