Bazı
kitaplar kalbinizin bütün kapıları açar, bütün odalarına girer, bütün
kabuklarını soyar, çırılçıplak, savunmasız, öylece avucuna alır. Sizi tutan
parmakların kasılışını beklerken yaşadığınız korkunun yoğunluğunda esen ilk
rüzgârda amansızca acırsınız. Uçurtmayı Vurmasınlar öyle…
“Adının
anlamı dünyayı kucaklasa, taşta büyümezdi Barış. Ama bunu ne anası bilirdi, ne
de anası gibiler. Bilseler, “çocuklar şeker de yiyebilsinler” diye gökyüzüne
hasret çeken bizler, çayırlara yalnızca kuş kanadında uçmak zorunda kalmazdık
belki.” diyor kitabın sunusunda.
Ayraç’ın
bu sayısını, Feride Çiçekoğlu’nun hatırlarının arasından, onun içindeki küçük
Barış’a ve Barış’ın gözlerinden yüksek duvarlar arasındaki mahpus hayatına,
duvarların arasından hayal edilen dışarıdaki hayata ayırdık. Yalnız bu sefer
kitabı okurken hiç not alamadım. Çünkü bir kez yazmaya başlasam kitabın bir
nüshası daha oluşacaktı. Her parçası aynı duygu yoğunluğunda, düşünsel hacmi
çok yükselen, genişleyen ve derinleşen bir kitap Uçurtmayı Vurmasınlar.
Ayraçtaki
notlar olmadığından kitaptaki mektuplardan bir ikisini paylaşacağım. Böylece
içtenliği de azıcık olsun zedelememiş oluruz. Yazar Feride Çiçekoğlu’nun da
dediği gibi: “İçtenlik önemli, çünkü Barış öyledi.”
---
14
Temmuz
Bugün
görüş günüydü. Ama kuşlar hiçbir şey getirmediler. Ne babamı, ne de senin
mektubunu. Sen bana demez miydin hep, çok istediğin bir şey varsa söyle, kuşlar
pazara gidince belki getirirler diye?
Kaç
gündür söyleyip duruyorum. Bana görüş günü babamdan ve senden haber getirsinler
diye avludaki bütün kuşlara seslendim. Hatta demirlerin arasından bile
bağırdım. Bugün başkalarına geldi mektup. Oysa onlar kuşlara söylememişlerdi.
Belki de benim sesimi duymamışlardır. Yoksa bana küstüler mi? Hani bir kere taş
atmıştım bir kuşa. Küserler sonra demiştin sen. Küstüler mi dersin? Ama bir
daha hiç taş atmadım ki!
Babam
görüşe gelmeyince annem çok üzüldü. Eskiden hiç aksatmazdı. Şimdi ara sıra
gelmiyor. Keşke bugün gelseydi. Annem de çok bekledi. Bu gece yine ağlar annem.
Herkes uyuduktan sonra. Ben uyuyormuş gibi yapıyorum. Ama saçlarım ıslanıyor. O
zaman anlıyorum annemin ağladığını. Sesimi çıkarmıyorum. Benim anladığımı
sezerse daha çok üzülür belki.
Mektuplar
görüşten sonra dağıldı. Gülsüm Ana’ya üç mektup birden geldi. Görüşe de
torunları gelmişti. Akşam bütün koğuşa çay yapacak. Torunlarını kucağına
alabilmek için çok yalvardı gardiyana. Ama olmazmış. Görüşçülerle bizim
aramızdaki pencereyi artık kilitliyorlar. Görüşe gelenleri yalnızca tel
arkasından görebiliyoruz. Sarılmak yasak.
Çok
önceleri ben daha o pencereden sığabilecek kadar küçükken annem beni babamın
kucağına vermişti bir kez. Pencereyi kilitlemiyorlardı o zaman. Babam da izin
alıp beni dışarı çıkarmıştı. Köşeden simit almıştık. Babamdan ayrılmak
istememiştim o zaman. Annem de bir daha babama vermediydi beni.
Gülsüm Ana işte o pencereden almak istedi torunlarını. Ama artık yasakmış. Biz de
dışarı çıksak içeri girmek yasak olur mu İnci? Gülsüm Ana’nın torunları
ağladılar içeri girmek için. Ben olsam ağlamazdım. İçeride simitçi bile yok.
1 Eylül
…
Kadınlar
konuşurken duydum. Babam da bir kötü kadın yüzünden gelmiyormuş artık görüşe. Benim
geldiğimi görünce sustular, ama ben yine de duydum. Annem diyor ki, artık
babamı sevmiyormuş.
“Beni
sevmeyenin canı cehenneme” dedi kadınlara.
Ama sonra
gece yine ağladı. Ben anlamamış gibi yapıyordum, ama bu sefer çok ağladı. Ben de
sordum:
“Anne
babamın canı cehenneme gitti diye mi ağlıyorsun?”
“Bacak
kadar boyunla her işe karışma!” diye azarladı beni.
Eşyalarımı
ortada bırakınca kızıyor bana. “Kazık kadar adam oldun, hâlâ kıçını topluyorum!”
diye bağırıyor.
Sonra bir
şey sorunca böyle tersliyor. Bacak kadar boylu kazık kadar adam nasıl olur
İnci?
Annem artık
babamı sevmiyor diye çok üzülüyordum. Ama sevmiyorsa neden ağlıyor? Kadınlara “Canı
cehenneme,” diyor, ama sizin kızlara söylerken duydum:
“İçim
yanıyor,” diyordu.
Annemin
eli kolu bağlıymış. Öyle olmasa gösterirmiş o kötü kadına. Sevim karşı çıktı
annem böyle söyleyince.
“Belki
de kötü değildir senin sandığın gibi,” dedi.
Bir şiir
okudu sonra. Uzun süre mahpusta yatanlarla ilgiliymiş. Şöyle dedi bir yerinde:
“Bir de
kim bilir, sevdiğin insan seni sevmez olur. Ufak bir iş deme, yemyeşil bir dal
kırılmış gibi gelir içerideki adama.”
Sevim diyor
ki: Uzun süre mahpusta yatanların çoğunun başına gelebilirmiş bu. Dışarıdaki sevdikleri
mahpustakileri unuturmuş bir süre sonra.
Sen de
beni unutur musun İnci?
3 Mart
Sobalar
artık yanmayacakmış. Havalar daha ısınmadı ama kömür bitmiş. Üst koğuşun
sobasını Zahide Ana yakıyordu her gün. Artık soba yanmayacağını öğrenince
sevindi. İşi azalıyormuş.
Odun taşırken
Nevin’le ben ona yardım ediyorduk. Hani bir kere senle odun taşıyorduk. Benim göğsümde
bir şey çalınıyordu da ben korkmuştum. Tencereler tıngırdıyor sanmıştım. Sen de
gülmüştün bana. O çalan yüreğimmiş. Şimdi biliyorum artık.
Geçen hafta
Nevin’le odun taşıyorduk yine. Sordum ona, “Senin de yüreğin çarpıyor mu?”
diye.
Çarpıyormuş.
Herkesinki çarparmış. Ama kimininki aydınlık olurmuş, kimininki karanlık. Dışarıdan
hangisinin karanlık, hangisi aydınlık olduğu nasıl anlaşılır İnci? Nevin’e
sordum:
“Dünyanın
en zor işidir onu birbirinden ayırmak,” dedi.
“Dünyanın
en zor işi nedir?” diye Zahide Ana’ya sordum.
Islak odunla
kağıtsız soba yakmakmış. Nevin’in dediği ıslak odunla soba yakmaktan bile mi
daha zor?
30 Mart
Bugün ne
oldu biliyor musun? Annemle birlikte hastaneye gittim. Annem babamın kucağına
vermişti de, babam bana köşeden simit almıştı ya hani. O zamandan beri ilk
çıktım dışarıya.
Dışarısı
ne kadar büyükmüş. Dışarısının gökyüzü de kocaman. Annemi üç tane ağabey
götürdü hastaneye. Tüfekleri var hepsinin. Annem kaçarsa annemi vururlarmış. Ama
annem kaçmadı.
Ağabeylerden
biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı beni. Sonra ne gördüm bil bakalım! Bir
uçurtma!
İlk kez
seninle görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememiştim de sen demiştin
uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o
kadar büyük değildi. Ama maviydi onun gibi. Ağabeye dedim ki:
“Bak,
uçurtma kaçmış!”
“Hani
bakayım! Nereden kaçmış?”
“Bizim
göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vurma!”
Ağabeyin
gözleri doldu ben öyle deyince. Bana simit aldı. Babam gibi.
5 Nisan
Artık benim
de bir kuşum var. Hem de sahici bir kuş. Doğru söylüyorum. İstersen Nuran’a
sor.
…
Minik bir
kutu bulduk. Pamuk koyduk içine. Zeynep gagasını açıp mama verdi ona birazcık. Ama
yutamadı. Ölürse diye çok üzülüyorum. Biraz alışırsa yemek yermiş. Ölmezmiş o
zaman. Annesini özlüyormuş çok. Belki de babasını özlüyordur. Babası onu
görmeye gelir mi İnci?
25
Nisan
Barış uçtu
bugün azıcık. Ama ondan bile daha güzel bir şey oldu. Barış’ın annesi geldi
görüşe. Güneş alsın diye avluya çıkarmıştık onu. O sırada üzerimizde büyük bir
kuş uçmaya başladı. Tam avlunun üzerinde dönüp durdu.
Nuran dedi
ki: Barış’ın annesiymiş.
…
Hepimizin
ortasına konuverdi Barış’ın annesi. Gagasından öptü Minik Barış’ı. Barış da onu
öptü. Birbirlerine sarıldılar. Sarılıp dönüp durdular.
…
Barış çok
sevindi. Babasını sordu. Annesi dedi ki, o da gelecek. İşi varmış, gelememiş. Barış’ın
babası evlenmemiş yeniden. Annesi kucağına aldı Barış’ı. Kokladı onu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder