18 Ekim 2013 Cuma

Ersin Ağbi / Bir Kurban Bayramı Öyküsü

Ersin Ağbi bu hayatta tanıdığım en delikanlı adamlardan biridir. Ağbi kelimesini de sonuna kadar hak eder, kendine yakıştırır. Aynı zamanda çok da iyi bir yol arkadaşıdır. Bu özelliğini arkadaşlığımızın ilk yarım saatinde test etme imkanı bulmuştum. 

Ersin Ağbi arka koltukta oturur. Pek konuşmaz. Genelde arabanın sol camından yolu seyreder. Arada bir adamın biri ani bir fren ya da hatalı sollama yaparsa, sinyal vermezse falan "yavaş ulan itoğlit!" diye bağırır. Aslında bağırmaz. Bunu bakışlarıyla ima eder. Pek konuşmadığını söylemiştim. Sonra sevdiği bir şarkı çalarsa sevinir. Kendine kendine gülümser. Evet yapar bunu. Yüksek sesle müzik dinlememe ses çıkarmaz. Bu yüzden Ersin Ağbi iyi bir yol arkadaşıdır; yani, çok konuşmadığı, sessizce yolu izlediği için, trafik magandalarına karşı savaşımda arkamda durduğu için ve yüksek sesle Cengiz Kurtoğlu dinlememe ses çıkarmadığı için...

Ersin Ağbi'yle bir Kurban Bayramı arefesinde tanıştık. Babam ve bir arkadaşıyla birlikte kurbanlık seçiyorduk. Ersin Ağbi de oradaydı. Cin bakışları ve ciddi duruşuyla etrafı süzüyordu. Onu görür görmez sevdim. Bence iyiler ilk görüşte tanınır. İlk görüşte tanınamayanlar kötülerdir. Bu yüzden Ersin Ağbi'yle çabucak iyi arkadaş olduk. Mesela babam da fena bir adam değildir, yanımızdaki Vedat Ağabey de öyle... Ama ilk zamanlar Ersin Ağbi onlara pek sıcak davranmadı. Pazardan çıkarken önden önden yürüdü. "Ersin, dur bekle, acele etme" dediğimde beni dinledi. Yavaşladı. Ben de ona doğru bir adım attım. İkimiz birlikte önden önden yürüdük. O yine de benden daha öndeydi. Etrafa 'bu benim kardeşim, buna dokunanın aklını alırım' mesajı veriyordu. Ersin Ağbi delikanlılığın kitabını yazmış bir adamdı. Pazar çıkışında babamla Vedat Ağabey bizden ayrıldılar. Biz Ersin Ağbi'yle eve gitmek üzere arabaya atlayıp yola koyulduk. Eve gelince onu annemle tanıştırdım. Annem bize yemek hazırladı. Ersin Ağbi açık havada takılmayı seviyormuş. O yüzden sofrayı bahçeye kurduk. Annem benim tabağıma karnıyarık koydu. Yanına da ayran yapmış. Tuzu biraz azdı, azıcık daha atıp karıştırdım. Annem Ersin Ağbi'nin tabağına ne kadar ot bulduysa doldurdu. Başka bir çanağa da su doldurup, içine tuz attı. Ersin Ağbi tuzlu sudan birkaç yudum aldı, sonra kafasını çevirdi. Ersin Ağbi'ye de tuzu az gelmiş olabilirdi. Biraz daha tuz atıp karıştırdım. Ersin Ağbi yine de içmedi.

Ertesi gün bayramdı. Babam, ben ve kardeşim sabah erkenden kalkıp bayram namazına gittik. Dönüşte annemle kız kardeşim kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Biz de fırından yeni çıkmış ekmek ve poğaçalarımızı sofraya getirdik. Hep birlikte bayram kahvaltısı yaptık. Kahvaltıyı yaparken babam, "Oğlum, kahvaltıdan sonra hemen dışarıyı hazırlayalım da kurbanımızı keselim" dedi. Çabucak yeyip kalktım. Ersin Ağbi'nin yanına gittim. 

Kurbanlık olarak aldığımız kuzuyla bir bağ kurduğum görülmüş şey değil. Normalde hiç muhatap olmaz, suratına bakmazdım. Kesilişine katlanabilmek için geliştirdiğim bir savunma psikolojisiydi herhalde. Fakat bu bayram farklı oldu. Nedense Ersin Ağbi'yle aramızda bir bağ kuruldu. Hayatımda bir kez olsun böyle bir şey yaşamak istedim. En sert, en acımasız, en umursamaz zamanıma denk getirdim bunu. Daha ileri yaşlarımda daha yüreği yumuşak bir insan olabilirdim. O zaman bu durumda katlanmam çok daha zor olurdu. Bunları düşünürken babamın kurbanı kesmeden önce duasını okurkenki ağlamaklı sesi geldi aklıma. Babam her Kurban'da bu hissiyatı yaşıyordu. Her Kurban o bağı kuruyordu. Sonra...

Bahçeye geldiğimde Ersin Ağbi hâlâ yatıyordu. Bahçenin iki kapısını da kapattım. İpini çözdüm. Kalkmadı. O kalkmayınca ben yanına oturdum. Boynunun altını okşayarak konuşmaya başladım. Meselenin dini boyutundan bahsettim biraz. Ama Hz. İbrahim'le Hz. İsmail'in kıssasını anlatmadım. Onun ruhunu küçük gördüğümü düşünsün istemedim. Bunun yerine geçen bayramki kurbanlığın bir bacağını verdiğimiz, kocası başka bir kadınla kaçıp giden, bir çocuğuyla yalnız kalan Havva Abla'nın bayramlaşmaya geldiğimizdeki sevincini anlattım. Yine kurban etini dağıttığımız ailelerden birinin çocuğu Ökkeş'in köfte yerkenki mutluluğundan bahsettim. Onu ne kadar sevdiğimi söylemedim. Durumu daha da kötüleştirmek istemiyordum. O sırada babam seslendi. Zaman gelmişti. "Ersin," dedim, "Söylemek istediğin bir şey var mı?"
"Ersin değil lan, Ersin Ağbi!" dedi. "Ne anlatıyorsun lan iki saattir. Biz bunları bilmiyor muyuz sanki" dedi. "Ne ağlıyorsun iki saattir. Kocaman adamsın. Utanmıyor musun lan?" dedi.
"Ama Ersin..." diyecek oldum, kaşlarını çattı.
"Ama Ersin Ağbi..." dedim.
"Sus lan. Sus sus. Hadi gidelim." 

Ersin Ağbi'yle birlikte olayın gerçekleşeceği yere geldik. Biz gelince babam bıçakların üzerini örttü. Dedim fena adam değildir diye. Babam salâvat getirirken Ersin Ağbi kafasını kaldırıp şöyle dedi:
"Ruh dediğin şey ölümsüzdür oğlum. Öğren bunları. Hadi bana eyvallah."

Dediğim gibi Ersin Ağbi çok delikanlı adamdı. Ama onunla ilgili en güzel yorumu yine, sıra dışı tespitler uzmanı olan annem yaptı: "Ersin, Ersin dediniz, erdi."

Ersin diye aldığımız kurbanlık Ermiş olarak uçup gitti.


-Bodrum. / Ekim 15, 2013.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder